Yasal Uyarı

Yasal Uyarı
Bu sitede yayınlanan bilgi ve referanslar hiçbir surette doktor tavsiyesi yerine geçmez. Tüm sağlık problemlerinde mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Doktora başvurmadan kesinlikle ilaç veya başka tedavi yöntemleri kullanılmamalıdır.

Kaynak gösterilerek paylaşılan ve verilen bağlantılar (link'ler) ile ulaşılan bilgilerden kaynak sahibi sorumludur.
Sitede yer alan bilgilerin Multipl Skleroz ve diğer hastalıklar konusunda genel kabul gören tıp literatürüne uygun olduğuna dair bir iddiam yok. Bir MS hastası olarak denediğim, kısmen fayda gördüğümü düşündüğüm yardımcı tedavilerle ilgili bilgi paylaşıyorum. Dolayısıyla, her hasta benim gibi kendi sağlığı için yaptığı seçim ve uygulamalardan sorumludur.


26 Aralık 2018 Çarşamba

Sizler ve Kendim için Yeniyıl Dilekleri, Hatırlatmalar

Önce dilek kısmı :

Biz MS hastaları için dünyada uygulanmakta olan bazı etkili yöntemlerin tez zamanda (mesela bu yeni yılda) ülkemizde ulaşılabilir olmasını diliyorum! Nedir bu yöntemler? En basitinden LDN’ye (Düşük Doz Naltreksona) ulaşmak kolay olsun dilerim.

LDN adı üstünde “düşük doz”, ucuz, yan etkileri az bir tedavi yöntemi. Otizmden kansere geniş bir kronik sağlık sorunu spektrumunda yararlı olduğundan giderek daha fazla doktor, hasta ve hasta yakını tarafından bahsediliyor. Hakkındaki kitap ve belgesellerin sayısı artıyor. Bizlere sunulan bir “seçenek” haline gelebilmesi için daha çok duyulması, daha çok doktorun LDN'yi ciddiye alması lazım. Tabii bir de ilaca erişmenin kolaylaşması gerekiyor.

Hollanda’lılar, Amerika’da bazı eyaletlerde yaşayan şanslı kişiler tıbbi kenevirden (cannabis sativa) üretilen yağlara, tentürlere ulaşıp MS’te, epilepside, kanserde, Parkinson’da ve kimbilir daha hangi zor hastalıklarda şifa ve rahatlama bulabiliyor. Sinir sistemimizde kenevirde bulunan yağları (kanabioidler) algılayan reseptörler bolca bulunuyor. Bu bitki binlerce yıl birçok farklı kültürde insanlara giyecek, barınak, yiyecek ve şifa olmuş.


Haberiniz var mı, Sativex diye bir ilaç çıktı, yine kenevirden elde edilen. İlk olarak İngiltere’de, sonra birçok Avrupa ülkesinde piyasaya çıkmış olan bu ilaç MS’te görülen spastisitede kullanılıyor. Uzman bir doktorun reçete etmesi gerekiyor, ağız spreyi formunda. Bu ilaca ulaşabilmek, nöropati, mesane kontrolü, uyku bozukluğu gibi MS’le ilgili belirtilerde deneme imkanına kavuşmak yeniyıl dileklerim arasında!


Ya kök hücre tedavilerine ne demeli? Türkiye’de sadece bir avuç insana uygulanan epey riskli yöntemden, bağışıklık sistemi yokedilerek kemik iliğinden alınan kök hücrelerle yapılan tedaviden bahsetmiyorum. Hani vücut yağlarından filtre edilen kök hücrelerin hastaya enjekte edildiği tedavi yönteminden ya da kordon bağından elde edilen kök hücrelerin MS, otizm gibi hastalıklarda başarıyla uygulanıyor olmasından bahsediyorum. Bu tür tedavilerin de ucuzlayarak erişilebilir olmasını ve konu hakkında tecrübeli birilerinin Türkiye’de bu tür tedavilere el atmasını hevesle ve umutla bekliyorum.


Sizlerin de haberdar olduğu, yurtdışında uygulanan başarılı  yöntemler olabilir. Bu yöntemlerin tümüne ulaşmak mümkün olmalı ve MS teşhisi almış insanlara seçenek olarak sunulmalı. Yalnızca standart tedavi türlerine mahkum edilmemeliyiz.

Bir de sağlığımızı iyiye götürecek, bizim çabamıza kalmış şeyler var. Bildiğimiz, unuttuğumuz ya da unutmayı tercih ettiğimiz şeyler…. Bu da yazının hatırlatma kısmı, elimizden gelen ve ihmal etmememiz gereken şeyler.

Kahramanım Dr. Terry Wahls geleneksel bir tıp doktoruyken MS hastası olunca sağlığını düzeltmenin yolunu fonksiyonel tıp üzerine eğitimler almakta buluyor,. Kendi deyimiyle hastalığa ve sağlığa bakışını değiştiren bu eğitimden geçen doktorlar otoimmün hastalıkları tedavi ederken bağışıklık sistemini baskılayan ilaçlardan medet uman klasik tıptan farklı bir yol tutuyorlar. Mantık şu : vücuda ihtiyaç duyduğu maddeleri (vitaminler, mineraller ve diğer besin öğelerini) bolca vermek ve vücuda zarar veren maddeleri bertaraf etmek. Amaç vücudun maruz kaldığı çevresel koşulları iyileştirmek.  Açalım...

Beslenme : Öncelikli olarak allerjenler ve şeker bulundurmayan tam ve doğal yiyecekler tüketmeliyiz. Gluten ve süt ürünlerine hassasiyetimiz olup olmadığını daha önce bahsettiğimiz eleme yöntemiyle tespit edebiliriz. Sonra muhtemel allerjenler olmadan, bol sebze, yeşillikler, abartmadan meyve, doğallığına güvendiğiniz kaynaklardan hayvansal ürünler ve sağlıklı yağlar tüketelim. Ayrıca hatırlamamız gereken birşey :şeker en önemli anti-besinlerden. Yani yarar değil, zarar getiren yiyeceklerin başında geliyor. Şekerli gıdalara düşkünlüğümüz ihtiyaçtan değil, alışkanlıktan. Gazlı içeceklerde kullanılan yapay şeker olan aspartam da felaket zararlı bir nörotoksin (nöronları aşırı uyararak zamansız ölümlerine sebep olan madde). Şeker, sofra şekeri veya suni olarak, her kılıkta zararlı. Tüketmeyelim.

Toksinler : Vücudumuza beslenme, solunum ve cilt yoluyla aldığımız toksinleri mümkün olduğunca azaltalım. Sigara aklıma gelen ilk toksin. Ayrıca amalgam (eski tip, civa içeren) dolgunuz varsa, bu tip dolguları çıkarmakta uzman bir dişçi bulup kanınıza sürekli ağır metal bırakan bu zararlı dolgulardan kurtulmaya çalışabilirsiniz.

Egzersiz : Fiziksel durumumuzun elverdiği ölçüde hareket etmeye vakit ayırmalıyız. Hareket nefes demek. Kan dolaşımımızın artmasıyla hücrelerimize daha fazla oksijen ulaşması demek. Hareket ettikçe vücut serotonin hormonu salgılıyor, yani rahatlayıp daha mutlu oluyoruz. Egzersizle sağlanan yararlar, düzenli egzersiz yapmayı bırakırsanız maalesef kısa süreli.

Rahatlama, stres hormonlarını azaltma : Kortizol gibi stres hormonlarının varlığı, vücudumuzdaki enflamasyonu artırıyor.  Meditasyon, yoga, egzersiz, dua gibi mizacınıza uyan bazı yöntemleri hergün kullanarak fiziksel ve ruhsal yönden rahatlamak da sağlığımız için gerekli.

Kronik enfeksiyonların giderilmesi : Özellikle ağız ve diş  sağlığımıza özen göstermemiz gerekiyor. Tedavi edilmeyen ağız içi enfeksiyonlarla yaşamak kalp sağlığımızı bile bozabilir. Daha önceki bir yazıda kandidiyazdan bahsetmiştim. Özetle şeker ve tahıl ağırlıklı beslenmenin sonucu olarak bağırsaklarımızda yaşayan mikroorganizmaların nüfusunun zararlı mayalar (kandida türleri gibi) ve bakteriler lehine bozulması. Bu durum da vücudumuzun çeşitli bölgelerini tutan enfeksiyonlara sebep olabilir.




Yine beslenmemizi düzeltmek gerektiği konusuna döndük. Saydığımız tüm maddeler birbiriyle bağlantılı ve bizim çabamızı gerektiriyor. Kendime ve size hatırlatmak için buraya koyuyorum. 2019'da bakarız. İyi yıllar...




Kaynaklar :

The Wahls Protocol, Dr.Terry Wahls























27 Kasım 2018 Salı

B Grubu Vitaminlerin Hepsi Sinir Sistemi İçin Önemli

Çağımızın getirdiği beslenme alışkanlıkları yüzünden çoğumuzda birçok besin öğesinin eksikliği var. Doğal yiyeceklerin peşine düşsek bile bu yiyeceklerin toprağın fakirleşmesi, yapılan müdahaleler, geçtikleri işlemler vs. nedeniyle eskiden taşıdıkları zenginliği taşımadığından bahsetmiştik. Bir rahatsızlık veya kanımızda ölçülmüş olan besin öğesi (vitamin, mineral, enzim) eksiklikleri bizi gıda takviyesi kullanmaya itmiş olabilir.

Takviyeler serimize B grubunu oluşturan 8 vitaminle devam ediyoruz : B1, B2, B3, B5. B6, B7, B9, B12. Ana görevlerinden, bulundukları doğal gıda kaynaklarından, eksikliklerinin nasıl anlaşılabileceği ve nasıl sağlık sorunlarına yolaçabileceğinden bahsedeceğim.

B vitaminleri metabolizmanın işleyişinde çok önemli roller üstlenir; direkt enerji sağlamasalar da yiyeceklerden enerji almamızda rol oynar. Vücut bu gruba dahil sekiz adet bileşiği üretemez. Bu yüzden gıdalardan, eksikliklerinde de takviyelerle dışarıdan alınmaları gerekir. Folat (B9) ve B12 karaciğerde depolanabilir; fakat B grubu vitaminler suda çözünen, ihtiyaç fazlası idrarla vücuttan atılan ve narin yapılar olduğu için doğal ve çeşitli beslenerek kanda yeterli seviyede bulunmalarını sağlamak için düzenli alınmaları gerekir. Rafinasyon gibi işlemler de yiyeceklerde (mesela pirinç) doğal olarak bulunan B vitaminlerine zarar vereceği için hazır ve işlenmiş gıda tüketiminden kaçınmak lazım.

Tek Tek B Vitaminleri ve Doğal Kaynakları

Her zamanki gibi B vitaminlerini doğal ve çeşitli beslenerek yiyeceklerden almanın mümkün ve en iyi seçeneğimiz olduğunu söylüyorum. Tüm hayvansal protein kaynakları (yumurta, balık, kümes hayvanları ve kırmızı et, yoğurt, kefir) iyi B vitamini kaynaklarıdır. Baklagiller, tam tahıllar, yeşillikler, sebzeler ve meyvelerde de B vitaminleri var. Tek tek B vitaminlerine ve doğal kaynaklarına bakarsak :

B1 (tiyamin) : İnsan vücudunun üretemediği, dışarıdan alınması gereken sekiz B vitamininden biridir ve vücutta çok sayıda rolü vardır. Çeşitli beslendiğiimizde B1 eksikliği yaşamayız; çünkü tiyamin mercimek, kahverengi (rafine edilmemiş) pirinç, bezelye, portakal, yumurta, kırmızı et, kuruyemişler, spirulina, kefir gibi farklı natürel kaynaklarda bulunur ve günlük ihtiyaç da 1mg’ı pek aşmaz. Yine de ileri yaş veya alkolizm, böbrek yetmezliği gibi çeşitli sağlık sorunları vücudun B1 ihtiyacını artırdığı için tiyamin takviyesini gerektirebilir. B1 eksikliği yorgunluk, sinirlilik, iştah eksikliği, reflekslerde zayıflık gibi belirtiler yaratsa da takviyeyle düzeltilmesi kolaydır.

B2 (riboflavin) : Riboflavin hem gıdalardan enerji elde edilmesini sağlar, hem de bir antioksidandır. Ayrıca büyüme, göz ve cilt sağlığı, bağırsakların iç çeperinin sağlığı için önemlidir. Aslında tüm bu çeşitli rolleriyle vücudun genel sağlığı için tüm B grubu vitaminleri gibi düzenli olarak alınması elzemdir.

Doğal B2 kaynakları arasında yumurta, organ etleri (sakatat), kırmızı et, kuruyemişler, yeşil yapraklı sebzeler, brokoli, brüksel lahanası, mantar, buğday ve başka tam tahıllar, bira mayası, kefir, spirulina bulunur. Eksikliği boğazda kuruluk, dudaklarda uçuk, ağızdaki yumuşak dokularda şişmeye sebep olabilir. Migren ağrılarında eksikliğinden şüphelenilebilir. Özellikle hamilelikte preeklampsi (hamileliğin son aylarında ortaya çıkabilen tansiyon yüksekliği) yaşanmaması için kandaki riboflavin miktarının düşük olmamasına dikkat edilmeli. Ayrıca riboflavin takviyesi, B3 (niyasin) takviyesiyle birlikte katarakt oluşumunu engellemede, hatta geri çevirmede etkili.
,

Riboflavini (B2) B - kompleks içinde veya tek başına takviyeyle aldığınızda idrar parlak sarıya boyanır ve kokulu olur. Telaşa mahal yok; geçici bir durum.

B3 (niyasin) : Hücreler arası mesajlaşma, sinir iletimi, metabolizma, DNA oluşumu ve tamiri niyasinin ön plana çıkan rolleri. Kalp sağlığı için de özellikle önemli olduğunu belirtelim.

Doğal niyasin kaynakları yumurta, balık, mantar, baklagiller, tohumlar ve kuruyemişler, brokoli,  yeşil yapraklı sebzeler, domates, tatlı patates, avokado, tam tahıllar, spirulina gibi suyosunları. Gördüğünüz gibi çeşitli beslenince diğer besin öğeleriyle birlikte niyasin de yeterli ölçüde alınmış olur.

Özellikle nörolojik bir hastalıktan muzdaripseniz, kalp rahatsızlıklarından korunmak istiyorsanız ya B-kompleks kullanarak veya ülkemizde olup olmadığını henüz bilmediğim B3 takviyesini alarak varsa eksikliğini tamamlarsınız.

B3’ü tek başına takviye olarak aldığınızda karşılaşabileceğiniz geçici ve zararsız bir yan etkiden bahsetmek istiyorum : kızarmak. Niyasin takviyesini aldıktan bir süre sonra kan damarlarının genişlemesi sonucu önce hafif kaşıntı, sıcaklık hissedersiniz ve yüzünüz, kollarınız, üst bedeniniz, hatta bacaklar kızarır. Bu etki niyasini B kompleks içinde aldığınızda değil de tek başına aldığınızda gerçekleşebiliyor; o da her seferinde değil. Endişeye mahal yok; geçici bir durum. Sadece damarlar normal boyutlarına dönerken ve ısınma kaybolup yerini kısa sürecek hafif bir üşümeye bırakırken yanınızda sizi sıcak tutacak birşey olursa rahat edersiniz.

B5 (piridoksin) : Diğer B vitaminleri gibi gıdalardan enerji sağlanmasına yardım eder. Kolesterol ve hormon oluşumunda rol oynar. İyi B5 kaynakları arasında karaciğer, balık, yoğurt, avokado bulunur.

B6 (pantotenik asit) : Normal beyin gelişimi, bağışıklık sistemi ve sinir sisteminin işleyişi için çok önemli bir vitamindir. Tavuk, baklagiller, yapraklı yeşil sebzeler, narenciye, muz, patates gibi doğal besin kaynaklarıyla çeşitli beslenen kişilerde B6 eksikliğine rastlanması beklenmez. Fakat emilim yetersizlikleri, böbrek rahatsızlığı B6 eksikliği yaratabilir. Böyle bir durumda dokulara oksijen taşımakla görevli alyuvarların sayısında azalma olur. Bağışıklık sisteminde zayıflık, depresyon, ciltte kuruluk, saç dökülmesi, yorgunluk ve tırnakların çabuk kırılması B6 eksikliğine işaret edebilecek sağlık sorunlarından bazıları.

B7 (biyotin) : Karbonhidrat ve yağ metabolizmalarında önemli rolleri var. Hücrelere enerji sağlayan ve myelin sentezinde rol oynayan enzimleri aktive ettiği biliniyor.

Yakın zamanda yapılan bir çalışma sonucu (yeni çalışmalar  yolda) yüksek doz biyotin kullanımının MS’in ilerleyici türlerinde (SPMS ve PPMS) ilerlemeyi yavaşlattığı hipotezi öne sürüldü.

H vitamini olarak da bilinen B7 en çok maya, karaciğer, peynir, yumurta ve somonda bulunuyor. (Kişisel deneyim : nöropati yaşıyorsanız biyotin takviyesini dikkatli kullanın; çünkü nacizane sinir iletimini, dolayısıyla acıyı artırdığını sanıyorum.)

B9 (folat) : Folat hücre büyümesi, aminoasit metabolizması, kırmızı ve ak kan hücrelerinin oluşumu, hücre bölünmesinin gerçekleşmesinde rol oynar. Yapraklı yeşillikler, karaciğer ve baklagiller gibi çok çeşitli yiyecekte folat olarak, besin takviyelerinde “folik asit” olarak sentetik formda bulunur.

B12 (kobalamin) : Sinir sisteminin işleyişinde, alyuvarların ve DNA’nın oluşumunda  çok önemli rolleri bulunur. Hayvansal gıdalarda (yumurta, et, balık) aktif organik bir formunda, metilkobalamin olatak bulunur. Vejetaryen ve vegan diyetlere takviyelerle alınması gerekir. Takviyelerde sentetik siyanokobalamin (vejetaryen seçenek) veya metilkobalamin (hayvansal kaynaklı) olarak bulunur.

B12 eksikliği nörolojik sorunlara yol açabilir. B12 eksikliğinin meydana getirebileceği bazı sağlık sorunları arasında anemi (kansızlık), depresyon, denge bozukluğu, yorgunluk, hafızada zayıflık, bunama bulunur. Takviyelerde bulunan sentetik B12 alımının B12 eksikliğinden kaynaklanan nörolojik sorunlarda etkili olduğu hayvan deneyleriyle gösterilmiştir. B12 takviyesinin etkinliği insanlarda diyabetten kaynaklanan nöropatinin azaltılmasıyla da görülmüştür.

Hidroksokobalamin terimiyle de karşılaşmış olabilirsiniz. Bu da B12’nin naturel bir formudur.  B12 eksikliğinde verilen takviye olarak ya da bağırsak ameliyatlarından sonra tıbben damardan (veya kas içine) verilmesi gerekli görülen hidroksokobalamindir.


zaman zaman blog'a bağlantı vermektense direkt kopyala/yapıştır yöntemiyle yazılarımı paylaşmayı daha pratik (?) bulan kişiler oluyor. Ben de arada sırada böyle selam vermeyi düşündüm herkese. Has okurlar ve çabama saygı duyan sevgili misafirler, böldüğüm için kusura bakmayın. şu yazıyı okumuş muydunuz?   ipek yavuz 



Eksikliklerinde Ne Olur ? Neden B - kompleks Takviyesine İhtiyaç Duyulur?

Az çeşitle beslenildiğinde, gıdaların besleyiciliğinin azaldığı modern zamanlarda bir veya daha fazla B vitamininin eksikliğini yaşamak, bu nedenle hastalanmak artık hiç şaşırtıcı değil. Mesela B6 eksikliği depresyona yol açabiliyorken B12 eksikliğinde aneminin bir türüyle, yorgunlukla, algı ve hafızada zayıflamayla karşılaşılabilir. MS teşhisi alanlar ve nörolog kontrolünde olanlar bilir, B12 düzeyi her kan tahlilinde D vitamini düzeyiyle birlikte takip edilir. B vitaminlerinin hepsi sinir ve bağışıklık sistemimizi destekliyor.

Bazı tıbbi durumlar takviyeyi gerekli kılabilir. Hamilelik, ileri yaş, alkolizm, anoreksiya, bazı ilaçların (mesela midenin asitliğini düşüren ilaçlar) kullanımı vücudun B vitamini ihtiyacını artırabilir. Böyle durumlarda tercihen doktorunuza danışarak sekiz gerekli B vitaminini birden içeren bir  B-kompleks kullanabilirsiniz. Çeşitli beslenmeniz, bazen durumunuza bağlı olarak çok önemli bazı B vitaminlerini (B12 gibi) almanız yeterli olur.

Fazla B Vitamini Almanın Olası Riskleri

B vitaminleri suda çözünebildiği için fazlalıkların idrarla veya terlemeyle dışarı atıldığı düşünülür. A, D, E, K vitaminleri gibi yağda çözünen vitaminlerden olmadıkları için kanda birikim yaratmadıkları, dolayısıyla yüksek dozlarının zararlı olmadığı sanılır. Yine de niyasinde, B6'da doz aşımı hikayelerine rastlanmıştır. Karaciğer rahatsızlığının varlığında B12 kullanımına dikkat edilmeli. B6'nın fazla tüketimi nörotoksisiteye yol açabilir. B9'un fazla alınması B12 eksikliğini gizleyebilir.

Gerektikçe yine takviye kullanılmalı; ama yine aynı noktaya geliyoruz. Bu kadar önemli olduklarına ve çoğu vücutta depolanamadığına göre B vitaminlerini hergün yeterli miktarda almanın en sağlıklı ve risksiz yöntemi doğal kaynaklardan çeşitli beslenmek.







Kaynaklar

























26 Ekim 2018 Cuma

LDN Research Trust'dan LDN Konulu Belgesel

LDN Research Trust 2004 yılında İngiltere'de kurulmuş, kar amacı gütmeyen bir organizasyon. Yine mi LDN! 

LDN (düşük doz naltrekson) konusundan ne kadar bahsetsem az. Yan etkisi çok az, ucuz,  vücudun zaten salgıladığı endorfin miktarını artıran, böylece bağışıklık sistemini düzenleyerek romatoid artrit, MS, fibromiyalji, Crohn ve diğer enflamatuar bağırsak hastalıkları, Sjögren sendromu, skleroderma, otizm, çeşitli kanser türleri gibi çok geniş bir yelpazede yer alan otoimmün rahatsızlıklarda hastanın durumunu farklı ölçülerde iyiye götürebilen bir ilaç. LDN'nin herkeste işe yarayacağı iddia edilemez; fakat hastalara yan etkisi bol, pahalı ve herkeste etkili olamayacak ilaçlardan önce bir seçenek olarak sunulması gerekir. Hasta ilaca ulaşabilmeli ve tercihen doktoruyla birlikte ilacı deneyebilmeli. Bu basit çözüme bir şans verilmeli. Belki tek başına, belki diğer konvansiyonel tedavilerle birlikte işe yarayacak.

LDN konusunda hastalar gibi doktorlar da bilgi sahibi değil. LDN'yi gündeme getirdiğinizde "hakkında yeterli bilimsel çalışma yok" cevabını almanız kuvvetle muhtemel. 

Doktorların meraklı olup, kendilerine verilen bilgilerle yetinmemelerini, LDN'yi ve işleyiş mekanizmasını araştırmalarını isterdim. Bu da LDN tedavisi diye bir yöntemin varlığının duyulmasına bağlı. LDN üzerine yapılan araştırma sayısı artmalı; daha önemlisi araştırma sonuçları duyurulmalı.

Çok daha fazla doktor ve hasta ilacın potansiyeli hakkında bilgi sahibi olmalı. Aşağıda araştırmacı ve fonksiyonel tıp uzmanı Chris Kresser LDN'nin işleyiş mekanızmasını anlatıyor. LDN öncelikle T-Reg hücreleri aracılığıyla bağışıklık sistemini düzenliyor. Yeni keşfedilen bir işlevi de merkezi sinir sistemindeki enflamasyonu azaltması. LDN'nin bunca farklı görünümlerde hastalıkta işe yaramasının sırrı burada.

https://www.youtube.com/watch?v=l8sWzoLtop4

LDN hakkında araştırma yok denemez. Bilimsel çalışmalar var ve sayıca giderek artıyor. Pubmed veritabanında LDN kısaltmasıyla arama yaptığınızda LDN'nin tek başına veya konvansiyonel tedavilerle birlikte enflamatuar hastalıklar, nöropati, Crohn, hatta bazı kanser türlerinin tedavisinde kullanıldığında başarılı olunduğunu gösteren çok sayıda araştırmaya ulaşıyorsunuz.

https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed

LDN Research Trust'ın amacı geniş ölçekli bilimsel araştırmaların yapılabilmesini sağlamak. Bunun için para toplamaya çalışıyorlar. Multimilyon dolarlık ilaç araştırmalarını ilaç firmaları yürütünce LDN gibi çözümlerin şansı olamıyor. LDN Research Trust kendilerine yapılacak en ufak miktarda bağışın bile işe yarayacağını hatırlatıyor. Bu arada LDN Research Trust kurulduğundan beri binlerce insanın LDN kullanmasını sağlamış. Hastaların LDN reçete eden doktorlara ve LDN hazırlayan eczanelere ulaşmalarını sağlamak yardımcı oldukları en önemli konular.

İşte LDN Research Trust'ın yaptığı belgesel. Doktorlar, hastalar, hasta yakınları LDN ile ilgili tecrübelerinden, fibromiyaljiden, otizmden, gördükleri pozitif etkilerden bahsediyorlar.

https://www.youtube.com/watch?v=FDCn0JWv6Io


LDN ilaç sektörünün kar edebileceği bir ilaç değil. 80'lerde etken madde naltrekson üzerindeki patentin süresi dolmuş. Anaakım medyanın büyük para kaynaklarından birini (ABD'de durum böyleymiş) küstürmek pahasına LDN'yi ve potansiyelini anlatan haberler yayınlamasını bekleyemeyiz. Görünen o ki düşük doz naltreksonu duyurmada  etkili olacak yol tedavinin pozitif etkilerini gören doktor ve hastaların deneyimlerini kulaktan kulağa veya sosyal medya, net'teki yayınları aracılığıyla paylaşmaları. İyi ki internet var. Belki bir gün bir yerlerde şöyle bir başlık görürüz : Sosyal Medyanın İlaç Devlerine Karşı Zaferi !


















9 Ekim 2018 Salı

LDN Konusunda Yayınlar Çoğalıyor, Norveç'te Yayınlanan Belgesel

LDN konusunda sesler yükseliyor; ama kulaklarını tıkayanlar o kadar çok ki. Son olarak Norveç'te yayınlanmış (İngilizce altyazılı) bir belgeselden haberim oldu. MS hastaları LDN deneyimlerini anlatıyor ve böyle işe yarar bir tedavinin neden gözden ırak tutulduğu sorusuna aynı yanıtı veriyorlar : PARA. İnsanların ihtiyaçlarını hiçe sayan açgözlülük.


LDN ne derseniz, Düşük Doz Naltrekson (LDN) tedavisi 80'li yıllardan beri bağışıklık sistemi hastalıklarındaki etkinliği bilinen, görmezden gelinen bir tedavi şekli. Faydalarını gören insan sayısı az değil. Dünyada HIV/AIDS ve çeşitli immün sistem hastalıklarından muzdarip onbinlerce kullanıcısı var. Ne yapar derseniz vücudun zaten salgıladığı endorfinin miktarını artırarak bağışıklık sisteminin düzenlenmesini  sağlar. Bu tedavinin hastalar (ve bazı doktorlar) tarafından denendiği ve faydalı bulunduğu hastalıklar arasında MS, ALS, fibromiyalji, Crohn hastalığı ve diğer enflamatuar bağırsak hastalıkları gibi çeşitli bağışıklık sistemi hastalıkları bulunur.

https://www.ldnresearchtrust.org/conditions#Imm


Aslında bağımlılık tedavisinde kullanılan bir ilacın dozu düşürülerek geceleri uykudan önce alındığında (Düşük Doz Naltrekson adı buradan geliyor; naltrekson ilacın etken maddesi) çok sayıda bağışıklık sistemi hastalığyla mücadelede pozitif etkiler yarattığını gören bazı doktorlar, uyguladıkları tedavilerde naltreksonun düşük dozlarıyla (genellikle asıl doz olan 50 mg yerine 3 - 4,5 mg) sağlanan bu etkiyi kullanıyorlar. Bu tedavi yöntemini 1980’lerde HIV/AIDS’li hastalarla çalışırken Dr. Bihari keşfetmiş. Zamanla MS gibi başka immün sistem hastalıklarında da işe yaradığını bizzat görmüş


Pekiyi neden bu tedaviyi duymuyoruz, neden doktorlar bu seçeneği hiç gündeme getirmiyor diye sorarsanız haklı olarak... İlaç sektörü bu kadar güçlüyken ve hiçkimse patent süresi yıllar önce dolmuş, ucuz bir ilaçtan kar etmeyi ummazken kaygılar tamamiyle ticari.


Özellikle Hollanda gibi kuzey avrupa ülkelerinde giderek daha fazla doktorun MS gibi hastalıkların tedavisinde LDN kullanımına başvurduğunu duyuyoruz. LDN terapisi hakkında konferanslar düzenlenmeye başladı. LDN Research Trust 2013’ten beri konferanslar düzenliyor. Her sene katılımcı sayısı artıyor. 2019’daki konferans Portland, Amerika'da.



Honest Medicine (Julia Shopick, Dürüst Tıp - henüz türkçe çevirisi yok), The LDN Book (Linda Elsegood) gibi LDN terapisinden bahseden kitaplar yazılmakta

LDN’nin işleyiş mekanizmasını anlatan iki vidyo daha :






1980'lerde - kalabalıklar duysa da, duyamasa da - önemli bir buluş yapan Dr. Bihari'den LDN’yi ve tarihçesini dinlemek isterseniz :


Kanserde de düşük doz naltekson kullanımından iyi sonuçlar alanlar var. Hastalarına LDN kullandıran doktorların tanıklıkları çok önemli.
  https://www.youtube.com/watch?v=r4quvjDiXcY

Doktorların LDN'yi reddederken  en büyük argümanları bu tedavinin immün sistem hastalıklarında etkinliğinin bilimsel deneylerle ispatlanmamış olması. Bu tür deneylerin düzenlenmesi milyonlarca dolar tutuyor. Denemeleri finanse edenler genelde ilaç sektörü ve onların sübvanse ettiği tıp fakülteleri. İlaç şirketleri para kazanamayacağı bir tedavi için para harcamak istemiyor. Sonuç olarak hastalar MS, kanser veya başka hastalıklarda yan etkisi bol, etkinliği şüpheli standart ilaç tedavilerine mahkum ediliyor.















3 Ekim 2018 Çarşamba

Çinko Bağışıklık Sistemi için Çok Değerli




Çinko vücudumuzda çok sayıda önemli görevleri olan, bağışıklık sisteminin sağlığı için önemli bir mineral. Vücudun depolamadığı bir eser element olduğu için çinkonun yiyeceklerimizde (gerekirse takviyelerimizde) bulunması gerekiyor. Çinko eksikliğinde vücut hastalıklara daha açık hale geliyor. Çinkonun hücre bölünmesinde, büyümesinde ve yara iyileşmesinde rolü çok belirgin. Magnezyum gibi çinko da çok sayıda önemli enzim aktivitesinde  rol oynar (bir kofaktördür). Halihazırda faaliyeti çinkoya bağlı 300 kadar enzim biliniyor.

Sağlık için Önemi

Çinkonun çok çeşitli görevleri bulunuyor. Aynı zamanda doğal bir enflamasyon karşıtı ve antioksidan.

Eksikliği en fazla veya ilk olarak bağışıklık sistemini, duyu organlarının fonksiyonunu (özellikle tat ve koku alma), cildi etkiliyor. Ayrıca henüz görüşte ne denli etkili olduğu bilinmemekle beraber, çinkonun ışığın algılanmasında ve sinir sistemine sinyal gönderilmesinde  A vitaminiyle beraber çalıştığı biliniyor.

Hücre bölünmesi ve büyümesinde çinkonun çok önemli olduğunu belirtmiştik. Bu demektir ki hamilelikte ve emzirirken annelerin ekstra çinko almaları gerekir. Çocukların yeterli ve çeşitli beslenmelerinin dışında, çölyak gibi gıda duyarlılığı ve bağırsak hastalıklarına dikkat etmek gerekiyor. Çölyak ince bağırsak iç çeperini zedeliyor; beslenme eksiklikleri ve büyüme geriliğine sebep olabiliyor. (Biliyorsunuz çölyak bazı tahıllarda [buğday, arpa, çavdar, bazen yulaf] bulunan gluten proteininin bağırsak iç cidarını zedelemesi nedeniyle ortaya çıkıyor. Beslenmeyi değiştirerek bağırsakları düzeltmek mümkün.)

Çinko erkeklerde üreme açısından da önemli. Sperm sayısı ve canlılığının çinko eksikliğinde azaldığı bilimsel çalışmalarla gösterilmiş. Bu konuda sorunu olan erkekler vücutlarındaki selenyum miktarını da ya doğal yollarla veya takviyeyle artırmalı. (not : Ayçekirdeği, brezilya cevizi, kırmızı et, balık, yumurta, tavuk, mantar, tahıllar doğal selenyum kaynakları. )

Enfeksiyonlar, steroid kullanımı,stres ve travma da vücudun çinko kullanımını, dolayısıyla çinko ihtiyacını artırır. Crohn hastalığı gibi bağırsakların enflamatuar hastalıklarında hasar gören bağırsak cidarından çinko dahil, besin öğelerinin emilimi kötü yönde etkilenmiş olacağından çinko eksikliği de oluşabilir.

Çinkoyu antibiyotik ve diğer ilaçlarınızla birlikte kullanırken ilacın etkinliğini azaltmamak ve aldığınız takviyenin boşa gitmemesi için özenli olmak gerekiyor. Çinko ve antibiyotik birbirlerinin emilimini etkileyebiliyor. Antibiyotiği çinkodan en az iki saat önce ya da 4 - 6 saat sonra almak gerekiyor. İlaç kullandığınız dönemlerde doktorunuza çinko takviyesinin (eğer kullanıyorsanız) bir sorun oluşturup oluşturmayacağını sorun.

İçinde bulunduğumuz, nezle, soğuk algınlığı gibi rahatsızlıklara sık yakalandığımız sonbaharda ilginizi çekebilecek bir konu : Medline’ın sitesinde çinko hakkında edinilen yeni iki bilgiden bahsediliyor.
https://medlineplus.gov/ency/article/002416.htm 
* En az beş ay süreyle çinko takviyesi alındığında soğuk algınlığına yakalanma riski düşüyor.
* Soğuk algınlığının ilk belirtilerini fark eder etmez, 24 saat içinde çinko takviyesi alınırsa, soğuk algınlığının süresi ve şiddeti azalıyor.

(MEDLINE, yaşam bilimleri [eczacılık, tıp, hemşirelik, veterinerlik …] ve biyomedikal konularda yapılmış araştırma,  dergi yazıları vs. kaynaklara ulaşan bir veritabanı.)

ÇİNKONUN GÖREVLERİ ve YARARLARI

* Çinko ishalin iyileştirilmesinde etkili. Dünyada her yıl beş yaşın altında 1,6 milyon çocuğun ishal yüzünden öldüğünü okumak yürek burkucu. (Bilgi WHO, Dünya Sağlık Örgütü’nden)
* Toronto Üniversiyesi’nde yürütülen,Neuron dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre çinko nöronların birbirleriyle haberleşmesinde önemli rol oynuyor. Böylece hatıraların oluşmasında ve öğrenmede gerekli bir mineral.
* Enflamasyonda etkili (işte bu bizi ilgilendiriyor!)
* Antioksidan olduğu için serbest radikalleri arayıp yokeden bir faktördür. Özellikle erkeklerde prostat bezini korur.
* Maküler dejenerasyonun (sarı nokta hastalığı) tedavisinde etkili
* Yara iyileşmesinde etkili olduğunu söylemiştik
* Vücuttaki testosteron miktarını düzenliyor ve kontrol ediyor
* Kollajen sentezinde, böylelikle cilt sağlığının korunmasında rol oynuyor.
* Protein ve DNA sentezinin, çeşitli enzim faaliyetlerinin, karbonhidrat metabolizmasının önemli bir parçası
* Akne sorununda çinko eksikliğinden şüphelenmek gerekir (önceki iki maddeyi de dikkate alarak)
* Vücuttaki çinko eksikliğini kapatarak ekzemayı (atopik dermatit) iyileştirebilir
* Kronik yorgunluğa iyi geldiği belirtiliyor (bu da MS hastaları için özellikle önemli)

ve daha fazlası...


Doğal Kaynaklar

Hayvansal çinko kaynaklarının (dana, kuzu, tavuk vs. eti) emilim açısından daha avantajlı olduğu söyleniyor. Kırmızı et mümkün olduğunca serbest otlayarak beslenmiş hayvanlardan sağlanmalı. Bir adet istridyenin çinko içeriği inanılmaz yüksek (Bir yetişkinin günlük ihtiyacını karşılayacak kadar). İstridye pek karşılaştığınız ve tercih edeceğiniz bir yiyecek olmayabilir. Diğer kabuklu deniz hayvanlarında da bol miktarda çinko var.

Kuruyemiş ve tohumlarda, özellikle kabak çekirdeği, kaju, badem ve susamda (dolayısıyla tahinde) bol çinko bulunuyor. Kurufasülye, nohut, mercimek gibi baklagilleri özellikle önceden suda bekleterek kullanalım. Bazı kaynaklara göre baklagillerin içinde bulunan fitat çinkoyu bağlayan, yani vücut tarafından emilimini azaltan bir antibesin. Antibesinler (fitat, lektin, saponin, oksalat vb. beslenmemize katkısı olmayan, bilakis bazı besin öğelerinin emilimini engelleyen, bitkisel yiyeceklerin içinde bulunan kimyasallar) konusunu da ele almamız gerekecek. Baklagilleri ve kuruyemişleri 12 - 24 saat önceden ıslatır, suyunu zaman zaman süzer, değiştirir ve pişirmeden / tüketmeden önce yıkarsanız bu antibesinlerden kurtulursunuz.

Hayvansal besinler, kuruyemiş (yerfıstığı, kabakçekirdeği vs.), baklagiller (bezelye vb.) kadar yüksek miktarda olmasa da domates, pancar yeşillikleri, kabak, brokoli, maydanoz gibi sebzelerde, yulaf, karabuğday (diğer adı greçka, glutensizdir) gibi tahıllarda da çinko bulunuyor. Yoğurt, zencefil, kayısı, kivi, böğürtlen gibi birçok yiyecekte de. Yine aynı noktaya geliyoruz : vejetaryen olun olmayın, besin öğelerinden yana eksiklik yaşamamak için çeşitli beslenmek gerekiyor. Bol yeşillik ve sebze tüketmek - çok sayıda faydasının yanında - çinko eksikliğinden de sizi korur. Ayrıca kuruyemiş, tohum tüketerek ve bulabiliyorsanız natürel kaynaklardan beslenmiş hayvan etleri yiyerek mineraller açısından da zengin beslenmiş olursunuz.

Zaman zaman blog'a bağlantı vermektense direkt kopyala/yapıştır yöntemiyle yazılarımı paylaşmayı daha pratik (?) bulan kişiler oluyor. Ben de arada sırada böyle selam vermeyi düşündüm herkese. Has okurlar ve çabama saygı duyan sevgili misafirler, böldüğüm için kusura bakmayın. şu yazıyı okumuş muydunuz?   ipek yavuz 


Tavsiye Edilen Günlük Miktar (RDA)
Çocuklarda
    1-8 yaş : 3-5 mg (yaş büyüdükçe artar)
Erkeklerde  :
9-13 yaş : 8 mg
14 yaş sonrasında ve yetişkin erkeklerde : 11 mg
Kadınlarda :
8 yaş üstünde 8 mg’da sabit kalıyor
14-18 yaş aralığında 9mg’a çıkıyor
Hamile ve emziren kadınlarda yaşa göre 11-13 mg

Çinko Eksikliğinde Karşılaşılabilecek Sorunlar :

- Bağışıklık sisteminde zayıflık, dolayısıyla enfeksiyonlara ve çeşitli hastalıklara açık olma hali
Büyüme geriliği
- Kemiklerde büyüme geriliği, iskelet sisteminin sağlam / güçlü ve sert olamaması
- Tansiyon düşüklüğü
- Koku ve tat alma duyularında zayıflık
- İştahsızlık
- Cildin soluk olması, ciltte kuruluk
- Depresyon
- İshal
- Kilo kaybı
- Saç dökülmesi
- Yorgunluk
- Tırnaklarda beyaz lekeler (çinko eksikliğine karşı sizi uyaracak bir işaret)


Fazla Çinko Tüketildiğinde Karşılaşılabilecek Problemler

Çinko tat alma duyumuz açısından da önemliymiş. Çinko eksikliği hipoguzi adı verilen tat alma yetersizliği ile ortaya çıkabiliyorken fazla çinko alımında da ağızda kötü veya metalik bir tat hissedilebilirmiş.


Doğal yiyeceklerde bulunan çinkonun tüketilmesiyle doz aşımı yaşandığı hiç rapor edilmemiş. Aşırı çinko alımı, gıda takviyelerinin fazla kullanılması veya evde kullanılan bazı kimyasallarda bulunan çinko okside maruz kalınması sonrasında yaşanan bulantı, kusma, başağrısı, mide krampları veya ağrısı, ishalle veya soğuk algınlığına benzer etkilerle (üşüme, ateş, öksürük, başağrısı, yorgunluk) anlaşılabilir. Çinko uzun süre boyunca fazla alındığında bakır eksikliği, bağışıklık sisteminin zayıflaması (enfeksiyonlara yakalanma sıklığında artış) ve HDL kolesterolde düşüş yaratabilir.




Testlerle günlük alınması önerilen en yüksek doz (UL) 40 mg olarak belirlenmiş.

Çinkoyu takviye olarak haftada biriki kez kullanırdım (Sonradan bahsedeceğim trigeminal nevraljide çinko+magnezyum+B3 vitamini kombosunun faydasını görmüştüm.). Çinko konusunda okuduklarımdan sonra özellikle bu netameli mevsimde bu takviyeyi D3 vitaminiyle birlikte düzenli kullanmaya karar verdim, tabii fazla tüketimi konusundaki uyarılara dikkat ederek.

Takviye serimize B vitaminleriyle devam edeceğiz.


Vidyolar : (ısrarla 'video' yerine 'vidyo' yazmaya devam ediyorum. Bakalım sıkılacak mıyım?)


https://www.youtube.com/watch?v=eBS2joIc0lA  Dr.Axe çinkodan bahsediyor
https://www.youtube.com/watch?v=dkv1rW6JQcM   Dr.Berg çinko - 1. bölüm
https://www.youtube.com/watch?v=KlJM_e4-iXY    Dr. Berg çinko - 2. bölüm
https://www.youtube.com/watch?v=qph8JsQ-CJQ    Dr. Berg çinko - 3. bölüm


Kaynaklar :