Yasal Uyarı

Yasal Uyarı
Bu sitede yayınlanan bilgi ve referanslar hiçbir surette doktor tavsiyesi yerine geçmez. Tüm sağlık problemlerinde mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Doktora başvurmadan kesinlikle ilaç veya başka tedavi yöntemleri kullanılmamalıdır.

Kaynak gösterilerek paylaşılan ve verilen bağlantılar (link'ler) ile ulaşılan bilgilerden kaynak sahibi sorumludur.
Sitede yer alan bilgilerin Multipl Skleroz ve diğer hastalıklar konusunda genel kabul gören tıp literatürüne uygun olduğuna dair bir iddiam yok. Bir MS hastası olarak denediğim, kısmen fayda gördüğümü düşündüğüm yardımcı tedavilerle ilgili bilgi paylaşıyorum. Dolayısıyla, her hasta benim gibi kendi sağlığı için yaptığı seçim ve uygulamalardan sorumludur.


5 Temmuz 2013 Cuma

İnsülin Direnci Hastalıklara Sebep Oluyor

Birçok sağlık problemimizi tetikleyen sebeplerden biri yanlış beslenme alışkanlıklarıyla yolundan çıkan metabolizmamız. Normalde, yenilen yemeğin ardından belli sürelerle çeşitli hormonlar ve enzimler yiyecekler üzerinde çalışmalı. Önce iki saat boyunca insülin hormonu, ardından leptin hormonu… Öğünümüzü gereksiz şekilde uzatmamalı, öğünler arasına minimum dörder saat koymalı ve ara öğünleri, atıştırmaları hayatımızdan çıkartmalıyız. Bu kurallara uymadığımızda kanımızdaki sindirim hormonu düzeyleri - en başta insülin - sürekli dalgalanıyor, metabolizma bu düzensizliğe ancak bir süre dayanabiliyor.

İnsülinin görevlerinden en önemlisi enerji için gerekli glükozun (hücre zarında bulunan reseptörler - alıcılar aracılığıyla) hücrelere girmesini sağlamak. Zamanla, yanlış beslenme alışkanlıkları sonucunda vücut hücrelerimiz insüline karşı duyarsızlaşıyor, yani insülin direnci geliştiriyor. Böyle bir durumda, vücutta yeterli yakıt (glükoz) olduğu halde hücreler açlık çekiyor. Kandaki glükoz emilemiyor. Fazla glukoz karaciğerde depolanamıyor. İnsülin direnci, metabolik sendromla başlayıp, tip 2 diyabet, kalp damar hastalıkları, depresyon, hatta nörolojik hastalıklara uzanarak sağlığımızı bozuyor.

 Modern beslenme tarzımız, neredeyse tüm sosyal buluşmaların yeme-içmeyle birleşmesi, gazetelerde diyetisyenlerin verdiği zayıflama önerileri bizi insülin dalgalanmasının kucağına itiyor. Azar azar ve sık sık yemek yemek önerisi çok yanlışmış (bkz : Karatay Diyeti - Prof.Dr Canan E. Karatay). Ara öğünler yanlış. Doğru olan, öğünler arasına minimum dörder saat koymak ve öğün aralarında atıştırmaya, meyve yemeye, meyvesuyu içmeye kalkışmamak. Her öğün, her atıştırma pankreasın tekrar insülin salgılamasına ve zamanla hücrelerin kandaki insülin hormonuna karşı duyarsızlaşmasına sebep oluyor. Yani besinlerin sindirimi sonucu hücrelere enerji kaynağı olacak glükoz üretiliyor; fakat glükoz kullanılmak üzere hücrelere giremiyor. Bunun üzerine kas, yağ ve karaciğer hücrelerinin kandaki glükozu emebilmesi için pankreas daha fazla insülin salgılıyor. Gükoz enerji olarak kullanılacağı hücrelere giremeyince, yeterli kalori alındığı halde bitkinlik, güçsüzlük yaşanıyor. Kandaki insülin seviyesi normal değerlere dönemiyor. Bu arada üretilen fazla kalori yükü özellikle karın - bel bölgesinde yağ olarak depolanıyor. Trigliserid düzeyimiz (yağ dokusunda depolanan glükoz) yükseliyor. Sonuç kendini sürekli yorgun hisseden, enerjisiz hissettikçe şekerli, unlu yiyeceklere ve şeker bombası içeceklere yönelen, bel çevresi genişleyen ve kof kilolar alan, sağlıksız bireyler.

Nörolojik birçok hastalık da insülin direnci tarafından tetikleniyor. Hatta bazı bilim adamları Alzheimer hastalığına tip 3 diyabet demeye başladı. Brown Üniversitesinden bir ekibin yaptığı araştırmada beyin hücrelerinde insülin direnci geliştirilen farelerde Alzheimer benzeri bir hastalık oluştuğu görülmüş.
Tip 2 diyabet hastalarının Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin diğer kişilere kıyasla yüzde 50 - 65 daha fazla olduğu zaten biliniyor.
 
İnsülinin bizi özellikle ilgilendiren bir özelliği de fazla salgılanmasıyla vücuttaki enflamasyonu (yangı) artırması. İnsülin direncinden bahsederken, glükozun insülin duyarlılığını kaybetmiş hücreler tarafından emilmemesi üzerine pankreasın daha fazla insülin salgıladığını görmüştük. 2005’te yayınlanmış bir bilgi : Hiperinsülinemi (fazla insülin hormonu salgılanması) merkezi sinir sisteminde ölçülen enflamasyon göstergelerini yükseltiyor.

Çoğumuz, vücut yüzeyinde mikrop kapan yaralar, kesikler yüzünden aşina olduğumuz enflamasyonun sinsi, sessiz ve sürekli bir türüyle yaşıyoruz. Bu sürekli enflamasyon da çeşitli tanıdık hastalıklara sebep oluyor. Romatoid artrit, kalp-damar hastalıkları, depresyon...

http://www.cbn.com/health/naturalhealth/drsears_silentkiller.aspx adresindeki “İçimizdeki Katil” başlıklı yazıda enflamasyonun artmasına sebep olan üç çeşit hormon sıralanmış :

1. Eikosanoidler : Omega-3 ve omega-6 yağlarının oksidasyonuyla üretilen hücresel hormonlar. Depolanmayan, ihtiyaç oldukça üretilen sinyaller. Başta merkezi sinir sistemi, bağışıklık ve enflamasyon olmak üzere, birçok vücut sisteminde karmaşık kontrol işlevleri var. Eikosanoidlerin oluşumu, serbest radikal (ROS - reaktif oksijen türleri) üreten bir süreçtir. Diyetimizdeki omega-3 : omega-6 oranının önemi eikosanoid üretiminde de ortaya çıkıyor. Omega-3 yağ asitlerinden üretilen eikosanoidler daha az iltihaba sebep verir ve hatta iltihabı azaltıcı nitelikteyken, omega-6 yağ asitlerinden zengin gıdalar - ki Batı tipi modern diyet bol hayvansal ürün, doymuş yağ içeriğiyle omega-6 yüklü gıdalarla dolu - daha fazla enflamasyona sebep oluyor.

2. Kortizol : Adrenal bezleri (böbreküstünde bulunur) tarafından salgılanan bir kortikosteroid. Baş görevi kandaki glukoz seviyesini artırmak. Bağışıklık sistemini ve kemik gelişimini baskılıyor. Travma, fiziksel veya zihinsel stres durumlarındanda kortizol salgısı artar. Kafein, uykusuzluk ve derialtı yağ tabakasının fazlalığı da kortizol salgısını artırıyor. Omega-3 alımı zihinsel stres yüzünden artan kortizol seviyesini düşürmeye yarar. Müzik ve masaj da kortizolü düşürüyor.

3. İnsülin : bildiğiniz gibi, pankreas tarafından salgılanıyor. Ayrıca beyinde de insülin ve ilgili proteinlerin üretildiği gösterilmiş.

Özetlersek, kan şekerini aniden yükselten rafine gıdalar, bol şeker, çok az omega-3 yağ asidi içeren gıda tüketmekle kendimizi birkaç koldan riske atıyoruz. Kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet, romatoid artrit gibi hastalıklarla beraber MS, Alzheimer, Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların bu kadar yaygınlaşmasına en başta modern beslenme tarzımız sebep oluyor. Ortodoks Batı tıbbı, hastalıkları önlemeyi ya da bozulan dengemizi düzeltmeyi değil, hastalık ortaya çıktıktan sonra ilaçlar vasıtasıyla belirtilerle savaşmayı hedeflediği için sorunlarımız baştan engellenemiyor, çözülmüyor ve karmaşıklaşıyor. Bizimki gibi hastalıklarda yan etkileri fazla, etkinlikleri şüpheli ilaçlar devreye girince işin içinden çıkılamıyor.

Yine beslenme şeklimizi düzeltmemiz gerektiğini anlatan bir yazı oldu. Ama beslenmemiz o kadar doğallıktan uzaklaşmış ve başımıza öyle dertler çıkarıyor ki ne kadar anlatılsa belki az.



kaynaklar :

Karatay Diyeti Dr. Canan Efendigil Karatay

wikipedia.org’da insulin, leptin, insulin resistance, inflammation konuları


http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22533436 …................. Alzheimer bir diabet türü mü?

http://www.diabetes.co.uk/type3-diabetes.html ….................. Alzheimer

http://nutritiondata.self.com/help/inflammation ….................... Enflamasyon