Yasal Uyarı

Yasal Uyarı
Bu sitede yayınlanan bilgi ve referanslar hiçbir surette doktor tavsiyesi yerine geçmez. Tüm sağlık problemlerinde mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Doktora başvurmadan kesinlikle ilaç veya başka tedavi yöntemleri kullanılmamalıdır.

Kaynak gösterilerek paylaşılan ve verilen bağlantılar (link'ler) ile ulaşılan bilgilerden kaynak sahibi sorumludur.
Sitede yer alan bilgilerin Multipl Skleroz ve diğer hastalıklar konusunda genel kabul gören tıp literatürüne uygun olduğuna dair bir iddiam yok. Bir MS hastası olarak denediğim, kısmen fayda gördüğümü düşündüğüm yardımcı tedavilerle ilgili bilgi paylaşıyorum. Dolayısıyla, her hasta benim gibi kendi sağlığı için yaptığı seçim ve uygulamalardan sorumludur.


5 Aralık 2017 Salı

Belgesel : AUTOIMMUNE SECRETS

Evet, yine belgesel duyurusu : Autoimmune Secrets  (Otoimmün - bağışıklık sistemi sırları). 

Artık araştıran, okuyan, bu tip belgeselleri izleyenler için sır sayılmayacak bir gerçeği doktorların rehberliğinde ve hastaların tanıklıklarıyla açıklayacak : Otoimmün (bağışıklık sistemi) hastalıkları önlenebilir ve geriye çevrilebilir. Geç haberdar oldum, yarın  (6 aralık 2017) başlayacakmış. Aşağıdaki bağlantıdan kayıt olabilirsiniz.


Bahsedilenler yaygınlaşmamış, çoğu kişiye ulaşmamış bilgiler olduğu sürece yaymak için ne kadar çabalasak az. 





7 Kasım 2017 Salı

Sebze Meyve Sularına Başlamak için En Güzel Mevsimdeyiz




Birşeyler de iyi gitsin değil mi? Olumlu haberlere hepimizin ihtiyacı var. İşte size güzel bir hatırlatma : Sonbahardayız :) Hani şu inciriyle, narıyla, ceviziyle, yenebilecek bir sürü güzellikle birlikte gelen mevsimdeyiz.

Sebze meyve sularını, mevsim meyve sebzelerinden hazırladığınız smoothie’leri (püre kıvamında içecekler) hayatınıza sokmak için en güzel mevsimdeyiz. Elma, havuç, pancar, kereviz, karnabahar… Hepsi içlerine katılacak yeşillikler ve yeşil sebzelerle (maydanoz, ıspanak, pancar ve havuç yeşillikleri, kereviz sapı vs.) birlikte pazarlara uğramanızı bekliyor. Ayrica blendırınızı biraz uzun çalıştırarak karışımınızı ılık bir sebze çorbası haline de getirebilirsiniz. İçine istediğiniz baharatlarla birlikte hindistancevizi yağı veya zeytinyağı da katar ve karıştırırsanız ılık ve güzel bir çorba olur.


Güçlü bir blendırda (mesela Vitamix) hazırlanabilecek smoothie’lerin (püre kıvamında içecekler) meziyetlerinden daha önce bahsettim mutlaka. Vitamin, mineral içeriklerinin yanısıra bu şekilde meyve, sebze ve yeşilliklerden bol miktarda lif almamızı sağlayacağı için smoothie’ler herzaman çok değerli.

Bize en yakın primat türünün beslenmesinden bahsedeceğim biraz. Şempanzelerle DNA’mızın % 99.4’ü ortakmış. İlk insanlar da milyonlarca yıl önce muhtemelen onlara benzer şekilde besleniyordu. Şempanze beslenmesinde meyve ve yeşilliklerin çok büyük önemi var. Öyle ki şempanzelerin yiyeceklerinin yarısını meyveler oluştururken, mevsimine göre % 25 - 50'sini yeşillikler oluşturuyor.

Atalarımızın da en azından bir bölümünün benzer biçimde beslendiğini düşündüren araştırmalar var. Aşağı yukarı 10,000 yıl önce gerçekleşen tarım devrimiyle tahıllar beslenmemize dahil olana dek geçen belki iki milyon yıl boyunca  homo sapiens türünün çoğunluğu avcı toplayıcı olarak yaşamış.Tarım devrimi insan beslenmesinde büyük bir değişimin başlangıcı olmuş. Son 10,000 yıla ve özellikle son iki yüzyıla (şekerin yaygınlaşarak beslenmemize dahil olması) vardığımızda sağlığımızda giderek hızlanan bir bozulma görüyoruz.


Sebze, özellikle yeşillik tüketimimize dönersek, son 10.000 yıl içinde beslenme tarzımız değiştikçe çiğneme alışkanlığımızı yitirmişiz. Bir kısmımızın yirmi yaş dişleri çekildiği veya tam olarak gelişmediği halde, daralan çene kemiklerimiz yüzünden diş tellerine ihtiyaç duyabiliyoruz. Bazılarımızda diş eksiklikleri de var. Meyve, sebzeleri ve özellikle yeşillikleri içlerinde bulunan yararlı özlere ulaşacak kadar çok çiğnemeyi kendimizden bekleyemiyoruz. Tabii ki az da olsa sebze meyve yemek hiç yememekten daha iyidir. Çiğnemek için ayıracak vaktin, kuvvetimizin, sabrımızın, dolayısıyla çabamızın azalması yüzünden bitkisel yiyeceklerden alınabilecek tüm faydaya ulaşamasak bile, bu besinlerden birşeyler (vitamin, mineral ve enzimler) alıyoruz mutlaka. Yaşattıkları tokluk hissi bizi çabuk tüketilmek için tasarlanmış hazır gıdalardan ve zararlarından uzak tutuyor ya, bu bile çok büyük bir fayda.

Taze bitkisel yiyecekler, özellikle yeşillikler bol miktarda magnezyum içeriyor. Taze bitkisel besinler tüketerek çoğumuzda eksik olan, vücutta çok önemli işlevlere sahip magnezyuma doğal formunda ulaşabiliyoruz. Kan dolaşımımızdaki oksijen miktarı sebzeler ve özellikle bol klorofil içeren yeşillikler sayesinde artıyor.


Ayrıca gelelim taze bitkisel besinler yemenin son kısmına : bu tür yiyecekler sindirim esnasında bağırsaklarımızı süpürerek ve dost bakterileri besleyerek en son ve en büyük yararlarından birini sergiliyor.


Bu yazıda smoothie’lerden ziyade sebze meyve sularını ön plana çıkarmak istememin bazı sebepleri var.


Birincil sebep : Meyve ve sebzeler beslenmenizde hakettikleri kadar çok yer almıyorsa, sebze meyve suyu halinde beslenmeye dahil etmeye başlamak size daha kolay gelebilir Böylece sebze meyve ve yeşillikleri daha tanıdık bir tüketim tarzıyla beslenmemize dahil edip bitkisel besinlere alışarak istediğimiz zaman bu besinlerin daha yoğun tüketim şekli olan blendırda karıştırılmış smoothie’lere (püremsi içeceklere) daha kolay geçmek mümkün olacak.


İkinci sebep : Çeşidi artıralım. Ara sıra içilen portakal suyunun ötesine geçelim. Havuç, elma, limon, zencefil, hatta daha önce suyunu sıkmayı düşünmemiş olabileceğiniz kabak, brokoli, kereviz, pancar (kök ve yaprakları) ve bilumum mevsim sebze, meyve, yeşillikleri ile çeşitli karışımlar yapabiliriz.


Üçüncü sebep : Çiğnemekte zorlanan kişilere bol miktarda yararlı besini (vitamin, mineral, aktif enzimler) kolaylıkla içilebilir formda verebilmek için meyve sebze sularını kullanmak kolay bir yol.


Kanserle mücadelesini yakınlarda izlediğim bir belgeselde anlatan Chris Wark, tedavisinde hergün bol miktarda sebze meyve suyu içtiğini belirtiyor. Sebze meyve suları 1930'lardan beri kanserde kullanılan bir tedavi protokolü olan Gerson Terapisinde de önemli yer tutuyor. Chris Wark’ın belgeseli kanserden doğal yöntemlerle kurtulunabileceğini anlatan ve yol gösteren izlediğim en başarılı belgesel olmayabilir. (Çok sayıda fonksiyonel tıp uzmanı doktorun görüşlerine yer veren TTAC - The Truth about Cancer bu konuda favorim.) Ama kanser hastalığından doğal yollarla kurtulan birinin tanıklığı şunu tekrar anlamamı sağladı : kanserli tümörü olan bir kişiyle sağlıklı biri arasındaki en temel fark düzgün çalışan güçlü bir bağışıklık sistemidir. Ayrıca Chris Wark daha önce çalışmalarından haberdar olmadığım Dr. Dennis Berkin’den bahsetti. Dr. Berkin kansere az rastlanan toplulukların beslenme biçimlerini incelemiş ve şu sonuca varmış : Kansere az rastlanan topluluklarda insanlar enerjilerini bol lifli bitkisel besinlerden karşılıyor.


Gerson Kanser Tedavisi Nedir ve Bizde İşe Yarıyor mu ?

Dr. Max Gerson tarafından kanseri vücudun kendi tamir mekanizmasını harekete geçirerek tedavi etmek üzere geliştirilmiş bir tedavi protokolüdür. 1928'den itibaren uygulanmaya başlanmış, Dr. Gerson'un 1958'de yayınlanan kitabında 50 kişinin tanıklığıyla anlatılmıştır. Kitabın adı A Cancer Therapy : Results of 50 Cases and the Cure of Advanced Cancer by Diet Therapy. (türkçeye çevrilmiş değil).
https://www.amazon.com/Cancer-Therapy-Results-Fifty-Advanced/dp/0961152621/ref=sr_1_2?ie=UTF8&qid=1510069926&sr=8-2&keywords=max+gerson&dpID=51ar%252BrSNglL&preST=_SY291_BO1,204,203,200_QL40_&dpSrc=srch

Yararlandığım Healing the Gerson Way (Gerson usulü iyileşme, henüz türkçede yok) kitabının yazarı, tedavinin yaratıcısı Dr. Max Gerson'ın kızı Charlotte Gerson. Meksika'da bulunan kliniklerinde, ekibiyle birlikte Dr. Max Gerson'ın tasarlamış olduğu plana göre kanser ve bağışıklık sistemini ilgilendiren başka kronik hastalıkların tedavisine yönelik çalışmaları yürütüyor. Yazar, tedavilerinin modern tıp tarafından immün sistem hastalığı olarak sınıflandırılan MS hastalığından muzdarip kişilerde de güzel sonuçlar verdiğini söylüyor. Bol çiğ sebze meyve sularıyla detoksifiye olmaya başlayan bazı hastaların ilk haftalarda yaşadıkları halsizlik, yorgunluğun artması gibi sıkıntıları detoksifikasyon belirtileri, yani iyileşme krizi olarak değerlendiriyor. Charlotte Gerson sormadan edemiyor : doğal bitkisel besinlerle besin eksiklikleri giderilen, bağışıklık sistemleri düzene giren ve güçlenen hastalar tedaviye iyi cevap veriyorsa, MS gerçekten tanımlandığı gibi immün sistem hastalığı mıdır?


Bağışıklık sistemi hastalıklarından muzdarip olan bir kişinin sorunu modern tıbbın gördüğü haliyle yolundan çıkmış, kendi dokularına saldıran bir bağışıklık sistemi. Klasik MS tedavi yöntemleri bağışıklık sistemini baskılar. Taze meyve, sebze ve yeşillik sularının bol vitamin, mineral, enzim içerikleriyle yolundan çıkmış bağışıklık sistemimize bir miktar düzen getirmelerini umabiliriz. Sebze meyve suları tercih ettiğimiz tedavi yöntemini uygulamamıza engel değil. Kaybedecek neyimiz var?




Kaynaklar :


Yaşam için Yeşil,                  Victoria Boutenko
Healing The Gerson Way,     Charlotte Gerson, Beata Bishop
Sağlık için Canlı Besinler, Brian R. Clement,

3 Ekim 2017 Salı

LDN Hazırlamak için Temel İlaç Naltrekson Arayan Okurlara









Düşük Doz Naltrekson (LDN) tedavisini denemek isteyen, bu amaçla temel ilaç Ethylex'i (Türkiye'de bu adla satılıyordu) tedarik etmeye çalışan epey kronik bağışıklık sistemi hastası var. Bu kadar basit, etkili ve hesaplı bir çözüm olanağından mahrum bırakıldığımız için ben de üzgün ve öfkeliyim. Naltrekson arayışında olanlara ilaç sağlayarak yardım etmem çok açıdan mümkün değil. En başta blog'daki amacım kronik bağışıklık sistemi hastalıkları, özellikle MS konusunda yaptığım araştırmaları sizlerle paylaşmak.

Yapabileceğim tek şey ilacı elde etmek için kullanılabilecek yolları anlatmak. Sonrası sizin çabanıza kalıyor. Son zamanlarda MS hastalarını LDN ile tedavi eden bazı nörologlardan bahsedildiğini duyuyorum. En sağlam yol, naltreksonu böyle bir doktorun sizi yönlendirmesiyle almak.  Denemenizde sizi destekleyen - tercihen bu konuda tecrübeli bir nörolog veya fonksiyonel tıp doktoru - ilaç dozajını belirlemede ve birçok konuda size yardım eder. 

Hollanda'da veya yakınlarında yaşıyorsanız şanslısınız : Doğru anladıysam, o ülkede nörologlar MS hastalığının tedavisinde ilk seçenek olarak zaten LDN'yi tercih ediyormuş. Masal gibi ! Neyse, ülke gerçeklerine dönelim. 

Benim şimdiye dek naltreksona ulaşmak için kullandığım yöntem (bir sevgili arkadaşın naltrekson muadili Nalorex'i güçlük yaşayarak, fedakarlıkla Yunanistan'dan göndermesi ve ilacı Amerika'dan ısmarlayıp [gümrük sorununu aşmak için] Amerika'dan gelen bir arkadaşın oradaki adresine göndertmek  dışında )  şöyle :


Ethylex'i aile hekiminize, pratisyen bir doktora (çünkü beyaz reçeteli), zorlanırsanız bir psikiyatra yazdırın. Doktorunuza, biyomedikal araştırmaların olduğu dev veritabanlarında arama yapan pubmed'de LDN'nin bağışıklık sistemi hastalıkları üzerindeki başarısını gösteren çok sayıda araştırma olduğunu rahatlıkla söyleyebilirsiniz.



Reçetenin üzerine ilacın bedelini sizin ödeyeceğinizi yazarsanız TEB (eczacılar birliği) ilacı kısa zamanda adresinize gönderiyor. Aşağıdaki bağlantıda İLAÇ BEDELİNİ KENDİLERİ ÖDEYECEK HASTALAR İÇİN başlığına bakın. Orada yazdığına göre REÇETE, NÜFUS CÜZDANI FOTOKOPİSİ, İLACIN GÖNDERİLECEĞİ ADRES VE CEP TELEFONU MUMARASI lazım. Bunları TEB'e fakslamanız yeterli. Cep telefonu numaranız önemli; çünkü ilaç bedeli mesajla bildirilecek, sonra ödeme dekontunuzu mesajda belirtilen faks numarasına gönderiyorsunuz.
ÇOK ÖNEMLİ :
Reçetenin üzerine şöyle yazmanız lazım "İlaç bedelini kendim karşılayacağım."
Altına adınızı ve imzanızı da ekleyin.
İlacın bedelini SGK'nın karşılaması için sağlık kurulu raporu gerekiyor.


Reçetenin tanı bölümüne gelince... Ethylex maalesef nörolojik rahatsızlıklarda TEB'in bedelini karşıladığı ilaçlardan değil. Bağımlılık tedavisinde kullanılan bir ilaç olduğu için tanı olarak bağımlılık düşündüren birşey yazılması lazım. (Mesela alkolizm için ilaç bedelini muhtemelen devlet karşılar; ama AMATEM'in devreye sokulması gerekiyor diye duydum.)

Çözüm şimdilik ilaç bedelini kendi kendimize karşılamak olarak görünüyor. Ücreti kendiniz karşılayacaksanız  tanı bölümüne bağımlılık düşündüren birşey yazılabilir (çünkü ilaç esas olarak bağımlılık [alkolizm gibi] tedavisinde kullanılan bir ilaç). Belki 'immün sistem hastalığı' açıklaması da dozaja 3 mg. yazıldığında kabul edilir. Denemedim, bilemiyorum.




Sipariş üzerine kutuda 28 adet 50 mg.'lık naltexone tableti bulunan Ethylex (veya muadili) gelecek. Maliyeti - doğru hatırlıyorsam - 34 EUR. Bir kutu ilaç, düşük doz naltrexone olarak kullanıldığında sekiz-on ay civarı yeterli olur. Uyarı : Bildiğim kadarıyla LDN tedavisinde kullanılan en yüksek doz 4,5 mg. Daha üstüne çıkılırsa - adı üstünde - artık "Düşük Doz Naltrekson" tedavisi olmaz uyguladığınız, beklenebilecek faydayı göremezsiniz.

İlaç size ulaştıktan sonra anlaştığınız bir eczacıya LDN'yi tercih ettiğiniz dozda hazırlatabilirsiniz. Şu yazıda anlattığım şekilde, 50 mg'lık hapı suda çözdürerek evde kendiniz de hazırlayabilirsiniz.


LDN'niz hazırsa yapılacak tek şey her gece uyumadan önce (21:30 - 24:00 arası) LDN'nizi almak.

Peki LDN Kullanmaya Başladıktan Sonra Ne Zaman Sonuç Alırım?

Öncelikle birdenbire büyük farklar beklememek lazım. Düşük Doz Naltrekson tedavisi MS'i ortadan kaldırmaz, sizi iyileştirmez. Gerçekleşmesini umduğumuz, hastalığın ilerlemesini durdurmayı başarmak. Standart MS ilaçlarında amaç atak sayısını azaltmak, kötüye gidişi yavaşlatmak değil mi? LDN'nin vaat ettiği şey biraz farklı!

Fark görmeye başlayacağınız kesin bir tarih vermek gerçekçi olmaz. Size özel bir zamanlama sözkonusu. Kimi insan 7-10 gün içinde bir fark görür .(Benim tecrübem böyle oldu; çünkü düşük doz naltrekson kullanmaya başladığımda ciddi bir doğum sonrası atağı geçiriyordum. LDN'nin fark yarattığını gördüm ve kullanmaya devam ettim.) LDN kullanımından fayda görüldüğünün anlaşılması bazen daha çok zaman (birkaç ay) alabilir. Üstelik net bir fark görmeseniz de kullanmaya devam etmekte fayda var. Çünkü asıl soru : ataklar duracak mı? Kognitif (algı ve zihinle ilgili) zorluklar yaşıyorsanız, fayda görüp görmediğinizi yakınlarınız daha rahat farkedebilir. Spastisite sorunu yaşıyorsanız bu konuyu da değerlendirmeye alın, ilaç kullanımı öncesi nasıldınız, birkaç ay sonra nasılsınız? LDN'nin MS'le ilgli spastisite üzerindeki pozitif etkilerinin kaydedildiği, İtalya'da yapılmış bilimsel bir çalışma var.

LDN kullanımından aldığınız cevap konusunda en önemli ölçüt : Ataklarınız devam ediyor mu? Çoğu MS hastası LDN sayesinde yeni atak geçirmediğini söylüyor.

Düşük doz naltrekson tedavisi konusunda, LDN'nin MS hastaları üzerindeki etkisini 1980'lerde keşfetmiş olan Dr.Bihari hayattayken hazırlanmış muhtemelen ilk sitede MS ve LDN kullanımı hakkında yazanlar :

http://www.lowdosenaltrexone.org/ldn_and_ms.htm


Ya Daha Sonra?

MS'in ilerlemesini durdurma ihtimali müthiş bir şey. Eğer LDN kullanarak hastalığı durdurabilirseniz, sonrasında varolan bazı kayıplarınızı gidermeye, güçlenmeye çalışmak (beslenme değişikliği, sigarayı bırakmak gibi yaşam tarzı değişiklikleri, egzersiz yoluyla vs.) artık size kalıyor.
Naltreksona ulaşma çabası (keşke böyle uğraşmak zorunda kalmasaydık), sonucuna değer. Beslenme tarzı değişiklikleri, kahve, sigara vs. alışkanlıklardan vazgeçmek, halihazırda egzersizin yaşamınızda yeri yoksa spor yapma alışkanlığı kazanmak için kendinizi zorlamak konularında size söyleyeceğim, zaman zaman kendime hatırlattığım kısa ama çarpıcı, iradesinin zayıladığı anlarda insanı kendine getiren bir söz var : oğluma öğrettiğim ilk ingilizce atasözü No pain, no gain (Emeksiz yemek / Zahmetsiz rahmet olmaz).










20 Eylül 2017 Çarşamba

Ve yine Belgesel Duyurusu, Konu Alzheimer









14 doktor Alzheimer hastalığının da önlenebilir bir hastalık olduğunu anlatacak. Belki daha da iyisi, yakalanıldığı zaman geri dönmenin mümkün olduğunu. Belgesel 12 bölüm ve 21 ekimde Amerika'da sabah 9:00 EST saat diliminde (Türkiye'de 21 ekim 16:00'da) başlayacak. Konu ilginizi çekiyorsa ve vaktiniz varsa, ücretsiz gösterim için aşağıdaki bağlantıdan isminizi ve e-mail adresinizi girip kaydolabilirsiniz.

http://event.awakeningfromalzheimers.com/fb-a/



















12 Eylül 2017 Salı

Yine Belgesel, Konu Kanser






Chris Wark, kanseri klasik yöntemlere başvurmadan, doğal yöntemlerle yendiğini söyleyenlerden biri. Bağlantısını verdiğim de onun 10 bölümlük belgeseli. İlk amacı zamanında bir tanıdığının ona vermiş olduğu ve bu seyrek tutulan yolu seçmesini sağlayan umudu hastalığa yakalanmış olanlara ve yakalanmaktan ürken bizlere vermek. Diyor ki : Bu hastalık önlenebilir ve yenilebilir. Bu söz genetik, umutsuz, yakalanıldı mı tedavisi çok güç ve illaki çok masraflı sanılan başka hastalıklar için de geçerli olabilir mi acaba ;)


Chris Wark'ın sitesi de şu : 

Belgeselin bu akşam 9 EST (Amerika'ya göre) saat diliminde başlayacağı söylenmiş. İlk bölüm Türkiye'de 13 eylül sabah 04:00'ten itibaren 24 saat yayında. İzleyelim bakalım.


Bekledim, İzledim, Değerlendirdim

Chris Wark yaptığı beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleriyle kolon kanserini yenmiş. Vermek istediği mesaj bu hastalığın yenilebilir ve - daha da iyisi - önlenebilir olduğu. Hastalığa yakalanmış olanlara umut vermek istiyor. Uzun zamandır, kendi izlediği yöntemi  ve konu hakkında öğrendiklerini anlatarak hastalığı atlatmak isteyenlere koçluk etmiş. Doktor değil, bunu belirtelim. 

Kanser vakalarının çoğunun beslenme, yaşam tarzı ve çevresel kaynaklı olduğunu belirtiyor. Genetik yatkınlıkların ortaya kanser olarak çıkmasının başlıca sebebinin yıllar süren hatalı beslenme ve sigara kullanımı gibi yaşam tarzı seçimleri olduğunu söylüyor. Tümörü olan biriyle tümörsüz biri arasındaki temel farkın bağışıklık sisteminin sağlığı olduğunu belirtiyor. Herkesin vücudunda kanserli hücrelerin ürediğini, düzgün çalışan bir bağışıklık sisteminin bu hücreleri yayılmadan ortadan kaldıracağını hatırlatıyor.

Bitki ağırlıklı beslenmenin, hazır ve katkı maddesi bol gıdalardan uzak durmanın gerekliliğini anlatıyor. Ayrıca egzersiz yapmanın, stresten uzak durmanın öneminden bahsediyor. Stres bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Kanserle savaşırken günde bir saati psikolojik rahatlamaya, yapıyorsanız spiritüel çalışmalara ayırmayı tavsiye ediyor. Burada on bölümlük belgeselin iki bölümünü kendisinin huzura ve sağlığa ulaşmasında önemli rol oynadığını düşündüğü inancına ayırmasını garip bulsam da şükran duygusuna bağlıyorum. Spiritüel yöneliş, pratikler, dualar, vurguladığı "kendi kendine telkinler" yararlı oluyordur tabii. Olumlu düşünmek, iyileşeceğine inanmak işin anahtarı gibi geldi bana.

Özetle belgesel kanser dahil, bağışıklık sistemiyle ilgili kronik hastalıkların önlenebilir olduğu bilgisini yineliyor. Bu vesileyle daha kapsamlı bir kanser belgeseli olan TTAC (The Truth about Cancer) belgeselinin ilk iki bölümünün youtube'da yayında olduğunu hatırlatırım.

https://www.youtube.com/watch?v=KqJAzQe7_0g&list=PL_WKlaR99nthRInEnaJHRyaHVtkYTXz_H&index=1

https://www.youtube.com/watch?v=VK_sX5ko8SE&index=2&list=PL_WKlaR99nthRInEnaJHRyaHVtkYTXz_H















24 Ağustos 2017 Perşembe

Var mı Ketojenik Diyet Gibisi




Gıdalar basında çok konu ediliyor. Farklı farklı diyetler, muhtelif doktor ve diyetisyenlerden görüşler, yiyecekler hakkında zaman zaman bazıları birbiriyle çelişen eski ve yeni bilgiler derken ne yiyeceğimizi bilemez haldeyiz. Ne yemeliyiz ki fazla kilo almayalım, kanser gibi hastalıklardan korunalım? Sağlıklı veya hastalık sahibi herkes beslenme şeklini belirlemeye çalışıyor. Kafamızı karıştıran moda diyetler, medyanın yaygınlaştırdığı sağlık mitleri arasında kendimiz için doğru olanı bulmaya çalışıyoruz. İşimiz koay görünmüyor. Hele bir de kronik hastalıklarımız varsa...

Ben de diyet öneren koroya katılacağım. Önereceğim diyet Ketojenik Diyet. 1920’lerde çocukluk çağı epilepsisinde etkili olacak bir diyet arayışında Mayo Clinic’te geliştirilmiş. Bu arayışta amaçlanan, su orucunda insanın vücut yağlarını yakarak girdiği ketozisi taklit etmekmiş.  Kalorilerin ağırlıklı olarak  sağlıklı yağlardan alındığı, proteinin ancak gerektiği kadar tüketildiği, karbonhidrat tüketiminin çok kısıtlandığı ketojenik diyet artık kanserle mücadelede, MS gibi bağışıklık sistemi hastalıklarında da deneniyor. Dikkatinizi bu diyete çekmek istedim. Bu diyetin ana prensiplerine yaklaşınca sıkıntılarımız azalabilir.

----------

EPİLEPSİ İLE İLGİLİ ÖZEL UYARI : Epilepsi (sara) hastası çocukların ketojenik diyetten yararlanabilmeleri için epilepsi tedavisinde ketojenik diyet kullanmak konusunda uzman bir nöroloğun yönetiminde uzman bir diyetisyenden danışmanlık almak gerekiyor.

Amerika'da Johns Hopkins Hastanesinde çocukluk çağı epilepsisinin ketojenik diyetle tedavisinde elli yıl çalışmış ve tüm dünyada nörologlara, hemşirelere ve diyetisyenlere ketojenik diyet konusunda eğitim vermiş bir hemşire olan Millicent Kelly'nin belirttiğine göre, diyetin herbir hasta için çocuğun boyu, kilosu ve ihtiyaçları düşünülerek düzenlenmesi gerekiyor. Yağ, protein, karbonhidrat miktarları hesaplanırken gramlar önem taşıyor. Başlangıçta çocuğun yemeğini hazırlayacak kişilerin eğitilmesi, bu kişilerin gerektiğinde danışabilecekleri bir ketojenik diyet uzmanıyla birlikte hareket etmeleri tedavinin başarısı için çok önemli.. (Kaynak : Honest Medicine [Dürüst Tıp], Julia Schopick).

2002 yılında Johns Hopkins'de geliştirilmiş "Değiştirilmiş Atkins Diyeti" de özellikle yetişkin epilepsi hastaları veya farklı sebeplerle ketojenik diyeti denemek isteyenler için çocuk epilepsi hastalarında kişiye özel olarak düzenlenen diyete gösterilmesi gereken titizliğin uygulanmasını gerektirmeyecek bir seçenek.

Ketojenik diyeti epilepsi dışında sebeplerle uygulamak isteyen biz yetişkinler, sanırım konuyu araştırarak, ketojenik diyetin mantığını anlayıp uygun tarifler bularak ve geliştirerek başımızın çaresine bakmak zorundayız. Yazının sonunda, uygulanabilecek farklı seçeneklerden bahsedeceğim..

-----------


“Ketojenik Diyetin arkasında büyük bir ilaç firması yok. Birileri sosisli yumurtayı kremalı sosla beraber pazarlamaya başlamadıkça hiçbir zaman da olmayacak."   - Charlie’nin (Abrahams) nöroloğu Dateline NBC televizyon kanalına verdiği ropörtajda

Bildiğiniz gibi gıdalar karbonhidratlar, proteinler ve yağlardan oluşuyor. Bu temel gruplara “”makro besinler” deniyor. Ketojenik beslenmede tüketilen karbonhidrat miktarının minimuma indirilmesi hedefleniyor. Karbonhidratlar basit ve kompleks karbonhidratlar olarak ikiye ayrılıyor. Şekerler basit karbonhidratlar. Glukoz en basit şeker, en basit karbonhidrat. Nişasta gibi kompleks olanlar ise sindirim sistemimizde şekere daha yavaş dönüşüyor. Tam tahıllar daha da yavaş... Ama sonuçta karbonhidratların her türlüsü kan dolaşımımıza er veya geç glukoz olarak ulaşıyor. İşte problem oluşturan yapıya ulaştık : ŞEKER. İster direkt şeker olarak tüketilsin, ister kompleks karbonhidrat formunda, sindirim sisteminin glukoza dönüştürebildiği gıdalar sorunun başı. Epilepside, diyabette ve aslında çok sayıda hastalıkta başlıca zarar verici yapı ŞEKER.


Ketojenik beslenmede şeker, şekerli yiyecek ve içecekler, yani basit karbonhidratlar tüketilmez. Yenilen tahıllar ve nişastalı (kompleks şekerler içeren) tüm gıdaların (patates gibi) miktarı çok kısıtlanır. Kalorilerin çoğu en başta sağlıklı yağlardan ve ikincil olarak proteinlerden alınır. Protein miktarı da ihtiyacımızla kısıtlanıyor; çünkü fazla protein de şekere dönüşüyor.
http://www.ketotic.org/2012/08/if-you-eat-excess-protein-does-it-turn.html

Ketojenik diyette yağ, karbonhidrat ve protein miktarı belirlenirken genellikle dörde bir (4:1) veya 3:1 oranı kullanılıyor. Yani yağdan alınan kalori miktarı, karbonhidrat ve proteinden alınan kalorilerin toplamının dört katı (bazen üç katı) olmak zorunda.Tercihimiz doğal hayvansal yağlar (tereyağ, tereyağdan elde edilen 'ghee', kemik ve et suyu, hatta içyağı), hindistancevizi yağı olmalı, kesinlikle rafine bitkisel yağlar değil. Rafine bitkisel yağlar (her ne kadar faydalı oldukları iddia ediliyor olsa da) raf ömürlerini uzatmak için işlemlerden geçirilerek doğal yapıları bozulmuş yağlar olduğu için zararlı. Ketojenik diyet yapan kişi özellikle 1980’lerde çok yaygınlaşan, hala yemek tariflerinin vazgeçilmezi, sağlıklı zannedilen mısırözü yağı, ayçiçek yağından uzak durarak, trans yağ kaynağı margarinlerden dikkatle kaçınarak bol yağlı besin tüketmeli. İnternette ketojenik diyet konusunda araştırma yaparken bitkisel yağ, hatta tamamıyla işlenmiş, yapay bir ürün olan “kanola” yağını önerenlere rastlayabilirsiniz. Lütfen itibar etmeyiniz. Bitkisel yağlar içinde hindistan cevizi yağı baştacımız. Hindistan cevizi yağı yüksek miktarda orta zincirli yağ asidi içeriyor. Bu özel yağ asitleri kolayca keton cisimciklerine (moleküllerine) dönüşüyor. Hindistan cevizi yağı bu üstün özelliği yüzünden - adı üstünde - "ketojenik diyet"te çiğ haliyle ve pişirme yağı olarak en çok tercih edilmesi gereken yağ. Zeytinyağı, keten tohumu yağı ısıtılmamak koşuluyla faydalı yağlar. Salatalarda, mezelerde kullanılabilir. Yararlı ve zararlı bitkisel yağları ayırdetmek çok önemli.


Orta zincirli yağ asitlerinin yararından ve bu tür yağ asitlerinin en çok bulunduğu bitkisel kaynaktan, yani hindistan cevizinden şu yazıda bahsetmiştim.



Ketojenik diyette bolca yağ tüketileceği için tedirgin olanlara : Geçen yüzyılın sağlık konusunda icat edilen ve yayılan en büyük yalanlarından biri “kolesterol yalanı”dır. Bu konuda Uffe Ravnskov’un yazdığı Kolesterol Gerçeği (türkçe çevirisi var) veya Dr. Karatay’ın Karatay Diyetiyle Yaşam Boyu Sağlık adlı kitabı okunabilir. Aynı bilgileri tekrarlamamak için aşağıdaki blog yazısını hatırlatmak istiyorum. Yazıda orta zincirli yağ asitlerinin vücuda kazandırdığı keton cisimciklerinin faydalarından, vücudumuzda çok temel rollere sahip kolesterolün öneminden bahsediliyor. Kolesterol sanıldığı gibi öcü değil, vücudumuz için çok önemli bir yapıtaşı. Zararlı olsaydı anne sütünün sağladığı kalorinin %50 - 60 'ı yağ ve kolesterolden gelir miydi?
https://www.westonaprice.org/health-topics/childrens-health/fat-and-cholesterol-in-human-milk/


Ketojenik Diyetin Geçmişi

Epilepsinin beslenme tarzıyla ilişkisi birçok kültürde binlerce yıldır biliniyor. Hipokrat'ın Corpus'unda epilepsi nöbetleriyle beslenme şeklinin bağlantılı olduğu anlatılıyormuş. (M.Ö. 400 civarı).

20. Yüzyıl başlarında açlıkla (su orucuyla) tedavi bilinen bir uygulamaymış. Su orucundan daha önce bahsetmiştim. Bir süre su dışında birşey yiyip içmemek, bu yolla vücudun ana yakıt olarak yiyeceklerden sağlanan glukoz yerine kendi yağlarını sindirerek keton cisimciklerini kullanmasını sağlamaya su orucu deniyor. Bu metabolik sürecin adı ´´ketozis´´. Ketonların sağlığa çok sayıda yararı var. En büyük faydayı beyin görüyor. Bruce Fife’nin Coconut Cures (Hindistancevizi İyileştirir - henüz türkçede yok.) adlı kitabında yazdığına göre ketonlar beynin süper besini.




Su orucu sırasında gıdalardan, dolayısıyla glukozdan uzak durulması şeker tüketimiyle bağlantılı hastalıklar sözkonusu olduğunda işe yarıyor. Şekerden uzak durmak deyince  ilk aklımıza gelen hastalıklar diyabet ve kanser. Bir de şekerle bağlantısından hiç bahsedilmeyen epilepsi var.


1900’lerin başlarında su orucu gibi doğal tedavi yöntemleri biliniyor ve uygulanıyorken ketojenik diyet 1920’lerde Mayo Klinik’te su orucunu taklit ederek epilepsi tedavisinde etkili olacak bir yöntem aranırken keşfedilmiş. Mayo Klinikten sonra Johns Hopkins hastanesi ketojenik diyetle tedavi konusunda bayrağı devralmış. Bu hastanede görev yapan nörolog Dr. Samuel Livingston'ın tedaviyi savunması ve üstlenmesiyle onun emekliliğine dek Johns Hopkins’te çok sayıda epilepsi hastası tedavi edilmiş.


Antikonvülsan ilaçların keşfi ve piyasaya çıkmaya başlamalarından beri mertlik bozulmuş durumda. İlk antikonvülsan (Dilantin) ilacın keşfedildiği 1938 yılından itibaren nörologlar yetişkin ve çocuk hastalarına aslında uzun zamandır epilepsi tedavisinde yüksek oranda başarılı olduğu bilinen ve uygulanan ketojenik beslenme yönteminden bahsetmeden, bu etkili tedavi şeklini bir seçenek olarak bile sunmadan anti-konvülsan ilaçları vermeye başladılar. Tüm dünyada, antikonvülsan ilaçlarla sonuç alınamadığında sıklıkla çok pahalı, riskli ve etkili olacağı şüpheli beyin ameliyatları önerildi ve yapıldı. Ortodoks tıbbın bu yaklaşımı sonucu çok sayıda hasta ketojenik diyet gibi zararsız bir yöntemi deneyebilecekken, üzerlerinde ardarda denenen ilaçların yanetkilerinden - bazen beyin ameliyatlarından kalıcı zararlar gördü.


Bu gidişat 1994’e dek sürdü. Ketojenik diyetin tekrar duyulmasını sağlayan kişi, küçük oğlu Charlie birinci yaşgününden- itibaren epilepsi nöbetleri geçirmeye başlayan, Hollywood’da ün kazanmış film yazarı, yönetmeni ve yapımcısı Jim Abrahams oldu. Ketojenik diyetten haberdar olup, diyeti denedikleri ilk 48 saat sonunda epilepsi nöbetlerinin sona erdiğini görene dek (küçük Charlie bu sırada 20 aylık) Jim Abrahams ve karısı nörologlarının verdiği çok sayıda ilaçla küçük bebeklerinin epilepsi nöbetlerini azaltmaya çalışıyorlardı. Kimse anne-babaya  zararı ve yan etkisi olmayan “ketojenik diyet” adında doğal bir yöntemden bahsetmemiş.  Jim Abrahams çocuğunda (şimdiki durumunu bilmiyorum) otizmi tetikleyenin ilaç tedavisiyle önüne geçilemeyen epilepsi nöbetleri olduğunu düşünüyor. Evet, ardarda geçirilen epilepsi nöbetleri ve ardarda denenen ilaçlar gelişmekte olan çocuk beynine bazen geri dönüşü olmayan hasarlar veriyor. Anne babaların ketojenik diyetten haberdar olduklarında acı ve öfke duymaları çok doğal. Epilepsi tedavisinde neden böyle bir yöntem ilk başvurulan tedavi yöntemi olmuyor?


Ketojenik Diyetin Bugünü

Konvansiyonel tıbbın sağlığa getirdiği çok sayıda katkıyı, gerektiği zaman ciddi hastalıklardan kurtulmamızı sağlayan ilaçları ve müdahaleleri nasıl yoksayabiliriz? Akut rahatsızlıklarda (bazı enfeksiyonlar gibi), kazalarda yapılan tıbbi işlemler, operasyonlar ve kullanılan ilaçlar hayat kurtarıyor.


Akut hastalıklarda tıbbın yararını görüyoruz; fakat kronik hastalıklar sözkonusu olduğunda…
İşi insanları sağlığına kavuşturmak olan tıp doktorlarının hastalarını ilaç firmalarının (olmayan) insafına öylece teslim etmelerini insan kabullenemiyor. Tüm kronik hastalıklarda tedavi seçeneği olarak yanetkisi bol, etkinliği şüpheli ilaçlar, bazen de operasyonlar sunuluyor. Bunların yanında varolan naturel, masrafı az seçeneklerden avantaj ve dezavantajlarıyla bahsedilmemesini anlamak zor. Neyse zaaflar, hırslar ve sonuçları… Biz Charlie’ye ve hikayesinin insanlara taşıdığı mesaja dönelim.

Abrahams ailesi 1993 yılında epilepsinin Ketojenik Diyet diye bilinen basit ve zararsız bir yöntemle tedavi edilebileceğinden habersizdi. İlk epilepsi atağını bir yaşında geçirmiş olan oğulları Charlie, sekiz ay boyunca üç farklı eyalette dört farklı nöroloğa götürülmüştü. Nörologlar tarafından verilmiş çok sayıda ilacı sonuç alamadan kullanmak zorunda kalmıştı. Günlük epilepsi atağı sayısı düzineleri, bazen 100'ü buluyordu. Baba Jim Abrahams 1993'te kütüphanede yaptığı bir araştırma sonucunda Johns Hopkins'den Dr. John Freeman'ın ketojenik diyetten bahseden makalesini bulunca Charlie için herşey değişti.

Jim Abrahams, ketojenik diyetle tedavi altına alınan oğlu Charlie'nin epileptik nöbetlerinin 48 saatte SONA ERDİĞİNİ görünce, bir ay sonra da dört ayrı anti-konvülsan ilacından kurtulduğunda ne hissetsin !? Çocuğunun iyi olmasının verdiği inanılmaz mutluluk ve coşkunun yanında hissettikleri - kendi ifadesiyle - üzüntü, hüsran, şiddetli bir acı, öfke, hayalkırıklığı...

Abrahams oğlunun son nöroloğuna kendilerine neden böyle bir seçenekten bahsedilmediğini sormuş. Aldığı dört maddeden oluşan çileden çıkarıcı yanıtı o da J. Schopick'in kitabında yanıtlıyor : (şimdilik J. Abrahams'ın yanıtlarını özetledim.)

* "Ketojenik Diyet yağ oranı çok yüksek bir diyet olduğu için kötü sonuçları olabilir."
Charlie'nin doktorları berbat yanetkileri olan ilaç bileşimleri önermekten çekinmiyor. ACTH denilen günlüğü binlerce doları bulan bir ilaçtan, beyni ikiye ayıracakları bir operasyondan bile bahsediyorlar. Ketojenik diyetin konusu bile edilmiyor.
* "Ketojenik Diyeti uygulaması çok zor."
Çok mu zor? Bu kararı verecek olan çocuğun ailesi değil mi?
* "İşe yaradığına hiç tanık olmadım."
Eğer her doktorun kanıtları bizzat görmesi gerekiyorsa, sürekli tıbbi seminerler ve yayınlar yapılmasının ne önemi var?
* "Diyeti destekleyen bilimsel çalışma bulunmuyor." Jim Abrahams'ın en sinsice bulduğu yanıt bu. Asıl epilepsi tedavisinde kullanılan ilaç kombinasyonlarının bilimsel dayanağı yok. Üstelik, 4 yaşından küçük hastalar üzerinde deney yapmak yasal değil.

Jim Abrahams başka çocukların ve ailelerin ketojenik diyete ulaşana kadar kendi çektikleri acıları çekmemelerini amaçlayarak Charlie Vakfını kurmuş. Böylece antikonvülsan ilaçlar yüzünden neredeyse unutulacak olan ketojenik diyet tekrar hayat bulmuş.

Jim Abrahams'ın yapımcısı olduğu "First Do No Harm" (Önce Zarar Verme) adlı bir film var. Konu çocukluk çağı epilepsisi. Başrolde Meryl Streep...





Ketojenik Diyet Hangi Amaçlarla Yapılıyor

Epilepsi : J. Schopick’in “Honest Medicine” kitabında yazdığına göre, Amerika’da epilepsiden etkilenen çocuk ve yetişkin hasta sayısı MS, … hastalıklarından etkilenen kişi sayısından fazla.


Ketojenik diyetin keşfedilmesinin sebebi özellikle çocukluk çağı epilepsisi. 1920’lerde yapılan keşiften bir süre yararlanılmış. Şimdi bahsettiğimiz gibi antikonvülsan ilaçların piyasaya çıkmasıyla bu etkili tedavi bir süre unutulmuş. Ama neyse ki 1990’larda tekrar günyüzüne çıkan bu yöntemin etkinliği artık biliniyor. Farklı ülkelerde ketojenik diyetle tedavi olmak isteyen hastaların başvurabileceği hastaneler - hala çok yaygın değilse de- bulunuyor.


Kanser ve Kronik Bağışıklık Sistemi Hastalıklarıyla Mücadele :Ketojenik diyete yönelen bir diğer grup, diyetin kanser, MS gibi kronik bağışıklık sistemi hastalıklarında yararı olacağını umut eden kişiler. Kesinlikle boş bir umut değil... Otto Warburg'a iki kez tıp alanında Nobel ödülü kazandıran çalışmalar ışığında kanser hücrelerinin şekeri ve oksijensiz ortamı tercih ettiği biliniyor. Şekerli herşeyi bırakmak, kolayca glukoza dönüşen tahılların tüketimini minimuma indirmek, vücudun enerji ihtiyacını ağırlıklı olarak sağlıklı yağlardan karşılamak kanserle, diyabetle ve diğer kronik bağışıklık sistemi hastalıklarıyla mücadelede çok akıllıca ve etkili bir yöntem.


Kilo Vermek : Ketojenik diyet yapmak, kilo vermek için yararlanılabilecek güzel bir yöntem. Ne kadar etkili olduğunu gören kişi, aç kalmadan kilo verebildiğini ve tahılsız da yaşanabileceğini anlayınca ketojenik diyeti yaşam tarzı olarak benimseyebilir.


Ketojenik diyeti tercih eden başka bir grup da sporcular.


Sağlıklı Beslenme Tarzı Tercihi : Bu diyeti sağlıklı beslenme konusunda bilinçlenen, kronik hastalıklara yakalanma olasılıklarını düşürmek isteyen kişiler de tercih edebilir. Günümüzde batı tipi beslenmenin yarattığı sağlık risklerinden haberdar olan bazı insanlar aralıklarla vücutlarını arındırmak, yani detoksifiye etme istiyor. Taş devri diyetine (Paleolitik diyette), hatta ketojenik diyete duyulan ilgi de artışta. Birçok hastalıkta yararlanılabilecek taş devri diyetini temel alan kitaplar ardarda piyasaya çıkıyor. Taş devri diyeti ketojenik değildir; ama meyve-sebze tüketimine verdiği önem sayesinde günümüzde yaygın olan tahıl ağırlıklı, bol katkı maddeli ve şekerli hazır gıdalardan yana fazlasıyla zengin beslenme biçiminden uzaklaşıp ketojenik diyete yaklaşmayı sağlayabilir.


Ketojenik diyete örnek verebileceğim bir kitap MS hastaları arasında popüler olan The Wahls Protocol. MS hastalığından dolayı epey sakatlanmışken beslenme biçimini değiştirerek hastalığını dizginleyen ve geri çekilmesini sağlayan Dr. Terry Wahls’dan bahsetmiştim. Dr. Wahls’ın uyguladığı ve hastalarının katılımıyla klinik deneylerle başarısını tekrar gözlemlediği diyet ketojenik bir diyet. Dr. Wahls’ın diyetinde hergün bolca hindistan cevizi sütü tüketiliyor. Hindistan cevizi sütünde bol miktarda orta zincirli yağ asidi bulunuyor. Hindistan cevizi yağı da kullanılıyor. Bu diyette doğal kaynaklardan (doğal ortamlarında avlanmış balık ve av hayvanlarının etleri ve otlayarak beslenmiş çiftlik hayvanları) elde edilmesine dikkat edilerek hayvansal protein de epeyce tüketiliyor. Wahls Protokolünün en önemli kısımlarından biri hergün dokuz yemek tabağı sebze, yeşillik ve glisemik (özellikle taneli yemiş) endeksi düşük canlı renklerde taze meyveler.

Ketojenik Diyetin Etkili Olabileceği Başka Rahatsızlıklar


Fibromiyaljide, nöropatik ağrı ve acılarda ketojenik diyet denenmeli. MS’le birlikte görülebilen, tek başına bir rahatsızlık olarak da yaşanabilen trigeminal nevraljide de pozitif sonuç verebilir. Trigeminal nevralji, sebebi tam olarak bilinmeyen, genellikle yüzün tek tarafını tutan sinirsel bir acı..Bu konuda daha geniş bir yazı yazmaya çalışacağım. Trigeminal nevraljiye antikonvülsan ilaçlarla müdahale ediliyor olmasından ve kendi deneyimlerimden çıkarsadığım, trigeminal nevraljinin epilepsiye benzerliği. Epilepsi tedavisinde pozitif sonuçlar verme ihtimali yüksek ketojenik diyeti trigeminal nevraljide de denemekte fayda var. Kaldı ki MS’te ketojenik diyet, keton üretimi bizim için yararlı. Ketojenik diyette tahıl (glutenli veya glutensiz) ve karbonhidratın her türlüsü çok kısıtlanıyor. (çoğu zaman günde 30 gr)

Ketojenik Diyet Seçenekleri

Ketojenik diyet alıştığımız beslenme tarzından epey farklı. Özellikle hamurişleri ve tatlılar sizin için önemliyse... Ama kronik bir rahatsızlığınız varsa çaba sonuçlara değecektir. Başlarda belki çok hissedilir fark görmeseniz bile devam edin. Çok şeker kullanıyorsanız, aynı zamanda epilepsi veya trigeminal nevraljiden muzdaripseniz, tahmin ederim şekeri kesmenin, tahılı çok azaltmanın ödülünü çabuk alırsınız. Şekerli yiyecek ve içecekleri zaten pek tüketmiyorsanız, nispeten sağlıklı besleniyorsanız belki ketojenik diyetin farkını anlamanız birkaç ay alabilir. Yine de "devam" derim. ,

Ketojenik beslenme planınızı kendiniz oluşturacaksanız (maalesef henüz bu konuda yetişmiş diyetisyenler veya basılı, net'te yayınlanmış Türkçe kaynaklar bulamayacağız) Charlie Vakfının sitesinde kısa açıklamalarını bulduğum şu ketojenik diyet seçenekleri kendi diyetinizi düzenlerken küçük bir fikir verebilir :

https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-1/introducing-the-diet

* Klasik ya da Modifiye (Değiştirilmiş) Ketojenik Diyet : Kişinin aktivite düzeyine, çocuksa gelişimsel ihtiyaçlarına bağlı olarak yenilen karbonhidrat ve proteinden alınan toplam kalorinin yağdan alınan kaloriye oranı !.4, 1:3, 1:2 olarak belirlenebilir.

https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-2/classic-ketogenic
* Düşük Glisemik Endeks Tedavisi : Klasik ketojenik diyetten daha liberal bir diyet tasarlamak amacıyla besinlerin kanşekerini yükseltme hızlarını hesaba katarak düzenlenmiş bir ketojenik diyet türü. Muhtemelen epilepsi tedavisi için değil de, farklı amaçlarla kullanılması daha kolay olabilir.
https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-2/lowgycemicindex
* Değiştirilmiş Atkins Diyeti : Çok düşük karbonhidrat ve yüksek oranda protein içeren, kilo vermeye yönelik tasarlanmış orijinal Atkins diyetinde tüketilen yağ miktarını artırarak yağ / toplam karbonhidrat + protein kalori oranı 1:1 yapılır. Restoranlarda vs. düşük karbonhidratlı yiyeceklerin yenebilmesini mümkün kılan liberal bir keto diyet türü olduğu için gençler ve yetişkinlere daha uygun gelir.
https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-3/modified-atkins
* MCT (Orta Zincirli Trigliserit) Yağı Diyeti : MCT Yağı takviyesi kullanımı sayesinde yiyecek seçiminde daha rahat davranılabilen, İngiltere ve Kanada'da kullanılan bir ketojenik diyet çeşidi.
https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-2/mct-oil-diet
Ketojenik diyetteyken yeterli meyve sebze yenmeyebileceği için özellikle çocuklar için vitamin, mineral eksikliklerine dikkat etmek gerekiyor Takviye alınması gerekebilir. 







Film 

FIRST DO NO HARM - ÖNCE ZARAR VERME   (Hipokrat yemininden alınmış bir söz)
Yönetmen : Jim Abrahams
Başrolde Meryl Streep

https://www.youtube.com/watch?v=HyeC9IiFKpw




Kaynaklar


Honest Medicine, Julie Shopick      (Dürüst Tıp - henüz türkçe çevirisi yok)

The Wahls Protocol, Dr. T. Wahls

Coconut Cures, Bruce Fife

https://www.charliefoundation.org/explore-ketogenic-diet/explore-1/introducing-the-diet