Yasal Uyarı

Yasal Uyarı
Bu sitede yayınlanan bilgi ve referanslar hiçbir surette doktor tavsiyesi yerine geçmez. Tüm sağlık problemlerinde mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Doktora başvurmadan kesinlikle ilaç veya başka tedavi yöntemleri kullanılmamalıdır.

Kaynak gösterilerek paylaşılan ve verilen bağlantılar (link'ler) ile ulaşılan bilgilerden kaynak sahibi sorumludur.
Sitede yer alan bilgilerin Multipl Skleroz ve diğer hastalıklar konusunda genel kabul gören tıp literatürüne uygun olduğuna dair bir iddiam yok. Bir MS hastası olarak denediğim, kısmen fayda gördüğümü düşündüğüm yardımcı tedavilerle ilgili bilgi paylaşıyorum. Dolayısıyla, her hasta benim gibi kendi sağlığı için yaptığı seçim ve uygulamalardan sorumludur.


4 Aralık 2013 Çarşamba

Kök Hücre Çalışmaları Nasıl Gidiyor

Kök hücre kullanımının kanser dahil çeşitli hastalıkların tedavisinde işe yarayabileceği bir süredir söyleniyor. Pekiyi ama nasıl? Kök hücre tedavisinin multipl sklerozda kullanıldığı çalışmalar ne aşamada? Üzerinde çalışılan yöntemler MS hastaları için ümit olabilir mi?

MS merkezi sinir sistemini tutan bir hastalık. Problemin kendi kendine saldıran bağışıklık sisteminin sinir hatlarını kaplayan myelin kılıfında oluşturduğu hasar ve boşluklar olduğu kabul ediliyor. Myelin kılıfının zedelenmesi sebebiyle sinir hücreleri (nöronlar) arasındaki iletim zayıflıyor. Nöronlar arasındaki elektrik sinyallerinin iletimi yavaşlıyor veya mesajlar kaybolabiliyor. Sonuçta duyusal, motor ve bilişsel kabiliyetler geçici veya kalıcı olarak kaybediliyor. Kök hücre tedavilerinde hedeflenen de diğer vücut hücrelerine dönüşme yeteneğine sahip kök hücrelerin aşılandıkları vücutta değişerek yeni myelin hücreleri oluşturması, hasarlı dokuların tamir olması ve böylece sinir iletiminin normale dönmesi.

Kök hücreler çoğalabilme ve özelleşip değişerek hasarlı dokuların yerini alabilme özelliklerinden dolayı bu kadar gözde. Kaynaklarına göre kök hücreleri sınıflandırıyoruz. Mesela yetişkin kök hücreleri, embryo kök hücreleri, kordon kanından elde edilen kök hücreler gibi. Kök hücrelerin farklı vücut hücrelerine dönüşebilme kapasiteleri kaynaklarına bağlı. Ayrıca tedavinin dışarıdan (hasta dışında birinden, embryodan vs.) alınan kök hücrelerle yapılacak olması, öncelikle  hastanın bağışıklık sisteminin baskılanmasını gerektireceği için tedavinin riskini artırır.

Stanford üniversitesinde henüz sadece laboratuvar fareleri üzerinde yapılan bir çalışma çok ilgi çekici. Bu araştırmada hastanın deri hücrelerinden kök hücre elde ediliyor. Çalışma ilerlediğinde kök hücrelerin soyulan myelin kılıfını yenilemesi beklenecek. Şimdilik metod deri hastalıklarında deneniyor. Kişinin kendi dokularından elde edilen kök hücreler kullanılacağı için bağışıklık sistemini baskılayıcı bir ön müdahaleye gerek kalmayabileceğini belirtiyor araştırma ekibinden Dr.Wernig.

Cambridge üniversitesinden bir ekibin yürüttüğü çalışmada hedef hastalığın gidişatını yavaşlatmak, hatta durdurup hastalığı geri çevirmek. Beyin ve omurilikte bulunan, fakat aktif olmayan kök hücrelerin ilaçlarla aktif hale getirilmesi amaçlanıyor. Böylece, beyin ve omurilik kendi kendini onarabilecek. Şimdilik, çalışma farelerde yaratılan MS benzeri hastalık modeli üzerinde yürütülüyor. İnsanlı deneylerin iyimser bir tahminle 5 yıl içinde, tedavinin de 15 yıl içinde başlayabileceği söylenmiş.

Dünyada onaylanan ve çoğu vakada uygulanan kök hücre tedavisi yöntemi, kemik iliğinden alınan kök hücreler kullanılarak, daha çok lenfoma, lösemi ve genetik bazı kan hastalıklarının tedavisinde deneniyor

MS’in şu sıralar kök hücreler kullanılarak yapılan tedavisi genelde şöyle gerçekleşiyor :  Hastadan kemik iliği alınıyor ve kök hücreler hastanın kemik iliğinden toplanıyor. Daha sonra kemoterapi ilaçlarıyla hastanın bağışıklık sistemi yok ediliyor. Kök hücreler hastaya aşılanıyor. Halen Amerika ve İngiltere’de bu yöntemin kullanıldığı çeşitli çalışmalar yürütülüyor. Meksika, Çin vs. çeşitli ülkelerde MS hastalarını kök hücre aktarımı yöntemiyle iyileştirmeye çalışan klinikler var.
 
 
Türkiye’de MS hastalığında kemik iliğinden nakil yöntemiyle yapılan kök hücre tedavisine bir örnek :
Tedaviyi gerçekleştiren Prof.Dr.Beşışık’ın ifadesine göre bu ağır bir tedavi. Herkes tolere edemiyor. Türkiye’de çok az sayıda MS hastasına nörologlarının tedaviyi gerçekleştirecek doktorlarla anlaşması üzerine uygulandı. Bu tedavide hasta seçiminin önemli olduğu söyleniyor. Bu konuyu merak ediyorsanız hasta seçim kriterleri ve tedavinin riskleri, başarı şansı konusunda nöroloğunuzla konuşabilirsiniz.

Şimdilik dünyada hiçbir yerde MS'te etkinliği ve güvenilirliği kanıtlanmış bir kök hücre tedavisinden bahsedemiyoruz. Çalışmalar deneysel. Belki de bu deneysel çalışmalar ve araştırmalar sonucu MS’in tedavisi ileride kök hücreler yoluyla olacak. Ne diyebilirim? Araştırma ekiplerinin ellerini çabuk tutmasını dilemekten başka…


Kaynaklar :

 
http://www.ms-uk.org/stemcells

2 Kasım 2013 Cumartesi

Ginseng

Yorgunluk, birçok MS hastasına göre multipl sklerozun yaşam kalitesini en çok düşüren yönlerinden biri. Yorgunluğu azalttığı iddia edilen doğal gıda takviyelerinden biri ginseng.
 
Ginsengin enerji seviyesini artırdığı, yorgunluğu azalttığı söyleniyor. Farklı ginseng türleri arasında en bilineni asya ginsengi (panax ginseng). Tam olarak anlaşılmamış olmakla beraber, Asya ginsengindeki etken maddenin steroid benzeri ginsenosid maddesi olduğu sanılıyor. Bu madde bağışıklık sistemini uyardığı için asya ginsenginin MS hastalarında kullanıma uygun olup olmadığı konusu muğlak. Diğer çok bilinen ginseng türü de Sibirya ginsengi. Aslında, bu farklı bir bitki olmasına rağmen asya ginsengiyle benzer etkilere sahipmiş. Ginseng türleri bazı MS hastalarında yorgunluğu tetikleyebileceği ve ilaç etkileşimlerine sebep olabileceği için kullanılmaları sakıncalı olabilir. Kan sulandırıcı kullanan veya ameliyata hazırlanan kişilerin ginseng kullanmaması gerektiği yazıyor bu sitede :
 
Ginsengin MS semptomlarını (yorgunluğu) hafifletmekte faydalı olabileceğine dair yayınlar da var. Aşağıdaki bağlantıdan ulaşacağınız Pubmed yayını, altmış MS hastası üzerinde yapılan üç aylık bir çalışmadan bahsediyor. Bu çalışmada, ginseng kullanan hasta grubuyla plasebo kullanan hasta grubunun durumları değerlendirildiğinde, ginsengin yorgunluğu azaltıcı, yaşam kalitesini artırıcı etkiye sahip olduğu sonucuna varılmış. Yayında, ginsengin etkisinin anlaşılması için daha çok sayıda araştırmaya ihtiyaç olduğu da belirtilmiş.

 
Kaynaklar :
 

6 Ekim 2013 Pazar

Kozmetik

Kişisel bakım hakkında bir iki önerim olacak ve hepsi de tahmin edeceğiniz gibi doğalcılık taraftarı öneriler. Doğal ürünler kullanıp kimyasallardan uzak durursak toksik yükümüzü artırmamak yönünde bir adım atmış oluruz.

Birinci önerim bol su içmek. Su içmek, vücudumuzdaki toksinleri atmaya yardım etmek gibi birçok faydasının yanında güzel bir cilt için de çok gerekli.

İkinci önerim şampuan dahil tüm katkı maddeli kişisel bakım malzemelerinden uzak durmak. En şüphe çekmeyen kişisel temizlik malzemenizin bile etiketini okuduğunuzda birsürü kimyasaldan mamul olduğunu görürsünüz. Cilt bakım ürünleri, saç ve vücut şampuanlarının içinde bulunan her türlü kimyasal madde lenf ve kan dolaşım sistemlerimize giriyor. Beslenme yoluyla aldığımız kimyasalların aksine karaciğerimizden geçmeyen bu kimyasallar filtrelenmeden dokularımıza giriyor. Birçoğu da petrokimyasal.

Bir süre önce şampuan kullanmayı bıraktım ve saçımı defne sabunu ile yıkamaya başladım. Böylece, kırkımda o zamana dek kullandığım şampuanların saçlarımı düzleştirdiğini, aslında kıvırcık (bir arkadaşımın tabiriyle “bonus kafa”) olduğumu farkettim. İşin estetik yanını bir tarafa bırakırsak, hergün kullandığımız kişisel bakım malzemelerinin cildimizden emilerek toksik yükümüzü artırdığını anlıyoruz. Bunun da kötüleşen sağlığımıza mutlaka menfi bir katkısı oluyordur. Defne sabununu www.hepsidogal.com ‘dan alıyorum. Saç yumuşatıcısı ve diğer kozmetikler için www.bitkisandigi.com ‘u öneriyorum. Saç yumuşatıcısı ve diğer kozmetik ürünleri isterseniz kendiniz evde de üretebilirsiniz.

Mucizevi çörekotu yağından da bahsedelim. “Ölümden gayrı her derde deva” olduğu söylenen çörekotundan elde edilen yağ… Nemlendirici olarak, çatlaklarınız için ve yara - kesiklerinizin kolay ve hızlı kapanması için çörekotu yağı kullanın. Kokusuna alışınca bayılacaksınız. Antep’de bulunan Origo’nun ürettiği kaliteli çörekotu yağını www.hepsidogal.com ve www.hepsiantep.com sitelerinden temin edebilirsiniz.

www.greenmedinfo.com sitesinde hindistancevizi yağının da cilt ve saç bakımında pahalı, petrol ürünü katkılı kozmetiklerden daha etkili olduğunu okudum. Wikipedia’da hindistancevizi yağını saç, vücut ve yüz nemlendirmek için, ekzemayı ve kesikleri tedavi etmek için ve ayrıca masaj yağı olarak nasıl kullanacağınızı anlatıyor. Türkçe bir blog’da göz makyajı temizlemek için de kullanıldığını okumuştum. Hindistancevizi yağını işlenmiş değil, soğuk sıkım (extra virgin) almak gerekiyor. Çeşitli sitelerden TheLifeCo’nun getirttiği hindistancevizi yağını alıyorum.

Urtekram, Logona gibi markalar zararsız kozmetik ve hijyen ürünleri arayanlar için seçenekler sunuyor. Böyle ürünler bulabileceğiniz bazı siteler:


Keşke sadece kozmetik problemlerle uğraşıyor olsaydık! Ama saydıklarım hayatımızı kolaylaştırabilir; daha fazla toksin yüklenmemek için yardımcı olur. Özellikle kronik hastalıklardan korunmak isteyenler için gıdalarını, temizlik ve cilt bakım malzemelerini toksik maddelerle kirlenmemiş ürünler arasından seçmek önemli.


Kaynaklar :



http://www.nigellaseeds.com/nigella-seed-recipes


11 Ağustos 2013 Pazar

Grip Aşısı

Grip mevsimi geliyor. Herkesi telaşla grip aşısı yaptırmak için eczanelere, sağlık ocakları ve hastanelere koşturacak gazete başlıkları zaten hazır. Aceleyle ve korkuyla karar vereceğimize ne yapacağımızı şimdiden düşünelim. Grip hastalığı ve grip aşısı hakkında bilinmesi gereken bazı şeyler :

Grip nedir?

Grip viral (virüsler yoluyla bulaşan) ve yaygın bir hastalık. Virüsler sürekli mutasyona uğrayarak dünyayı dolaşıyor ve grip salgını Türkiye’yi her sene sonbahar aylarında vuruyor. Grip virüsü, soğuk algınlığı gibi solunum yollarına açılan burun ve ağız aracılığıyla bulaşıyor. Belirtileri arasında ateş, üşüme, başağrısı, kas ağrısı, gözlerde sulanma ve hassasiyet, boğazda yanma, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, öksürük, kusma, ishal var. Genelde ciddi sonuçları olmasa da, çoğunluğu yaşlılar olmak üzere gribin yol açtığı komplikasyonlar sebebiyle hastaneye başvuran, hatta yatan insan sayısı da az değil. Yaşlıların yanısıra kalp, akciğer ve bağışıklık sistemi hastalığı olan kişiler de gribin yol açtığı sağlık problemleri yaşama riski taşıyor.

Grip aşısı tipleri neler? Aşı nasıl yapılıyor?

Üç temel grip virüsü türü, A, B, C tipi grip virüsü olarak sınıflandırılmış. Bunlar da, şehir, eyalet ve ülke adları taşıyan alt türlere ayrılıyor. Her sene grip virüsünün farklı türleri dolaşımda ve virüsler mutasyona uğrayıp değiştikleri için , hastalığın tek ve etkili bir aşısı yok. Mesela 2007 - 2008 grip sezonu için Amerika’da kullanılan aşının bileşiminde, A/Solomon Adaları/3/2006, A/Wisconsin/67/2005 ve B/Malezya/2506/2004 virüsleri bulunuyormuş. (kaynak : Vaccine Safety Manuel, N. Z. Miller)

Amerika’da grip aşısı hem klasik deri altına yapılan iğneli aşı formatında hem de burun spreyi olarak bulunuyormuş. Öğrendiğim kadarıyla grip aşısı, Türkiye’de sadece klasik aşı (Vaxigrip ve Fluarix markalarıyla) formunda bulunuyor. Arada şöyle bir fark var : iğne formundaki grip aşısı etkisiz hale getirilmiş birkaç tür grip virüsüne formaldehid (virüsleri etkisiz hale getirmek için), timerosal (aşıyı muhafaza etmek için kullanılan civa türevi madde) gibi birkaç maddenin eklenmesiyle oluşturuluyor. Aşılarda ayrıca virüsün içinde çoğaltıldığı tavuk yumurtası kalıntıları da bulunuyor. (Bu nedenle, yumurta alerjisi olanlara grip aşısı tavsiye edilmiyor.) Burun spreyi formundaki aşıda ise canlı/aktif virüsler kullanılıyor. İkinci tip aşıda amaç, burun iç çeperi ve boğazda düşük şiddette bir enfeksiyon yaratıp vücuda aşıdaki aktif virüslere karşı bağışıklık kazandırmak. Her iki durumda da aşının başarısı, aşının içinde bulunan üç virüs türüyle o yıl bulunduğunuz bölgede salgın yaratan grip virüsünün çakışmasına bağlı. Aşıda kullanılan virüs türlerinden farklı bir grip virüsüyle karşılaşırsanız maalesef aşının koruyucu etkisi altında değilsiniz demektir. Pekiyi virüsler sürekli değişiyorsa, grip aşısı nasıl yapılıyor?

Vaccine Safety Manuel kitabından öğrendiğime göre : uzmanlar Amerika’da sonbaharda yaşanan grip sezonu için aynı yıl ocak ayında doğuya gidiyor ; o yıl dolaşımda olan grip virüsü türlerini tespit ediyor. Varsayılan, virüsün dolaşarak kış aylarında Amerika’da aktif olacağı. Daha sonra, o yıl yaygınlaşacağı “tahmin edilen üç virüs türü seçilerek aşı üreticisi ilaç firmalarına bildiriliyor.

Yürütülen mantıktaki hataları vurgulamak için tekrarlıyorum : herhangi bir yıl, o yılki grip aşısı için kullanılacak virüslerin belirlenmesinde o yıl dolaşımda olan ve sürekli mutasyona uğrayarak değişen yüzlerce grip virüsü arasından üç tanesi seçiliyor. Aşı üretilirken kullanılan formaldehid, cıva (thimerosal) gibi şüphe uyandıran ve toksik olduğu gayet iyi bilinen maddeleri de aklımızda bulunduralım. Ve sonra grip aşısı etrafında dönen kampanyaların etkisi altında kalmamaya çalışarak düşünelim : Böyle bir aşı bizi gripten korur mu gerçekten yoksa grip aşısı fırtınası her yıl estirilen bir aldatmaca mı?

Vaccines Revealed belgeselinin aşağıdaki ek bölümü grip aşısına ayrılmış.

http://www.vaccinesrevealed.com/flu-shot-hoax/?inf_contact_key=28f766d3d72b6cc7069aca4eca2e1c6831f60c0139b22680727fe4d7214599e0

Eğer yazıyı paylaşmak isterseniz, yazıyı bağlantısını vererek paylaşırsanız mutlu olurum. Böylece hem kaynak belli olmuş olur, hem de tanıdığınız / arkadaşınız blog'da işe yarar başka yazılar bulabilir. 
http://ms-alternatif-terapi.blogspot.com.tr/2013/08/grp-ass.html

MS ve Grip

Tüm ateşli hastalıklar gibi grip de MS hastaları için kaçınılması gereken bir hastalık. Yarattığı bitkinlik bir yana, ateşi yükseltiyor ve sebep olabileceği zatürree gibi sağlık problemleri yüzünden tablo ciddileşebiliyor. Gribe karşı aşılanmamız gerekiyor mu, aşı ne derece etkili ve grip aşısı olmak sağlığımız için ekstra riskler getiriyor mu?

Bazı kaynaklarda grip aşısının ardından atak geçirme riski olmadığı; fakat gribe yakalanan MS hastalarının atak geçirme riskinin arttığı yazıyor. Buradaki eksik halka grip aşısının etkinliği. Aşı olursak aşının etkili olacağına emin olmak zor. Yukarıda bahsettiğim konu, yani aşının içeriğindeki virüslerle o yıl dolaşımda olup grip salgınına sebep olan virüs türünün çakışıp çakışmaması sorusu var.

MS hastaları için grip aşısını tavsiye eden kaynaklar da belirtiyor ki atak geçirirken grip aşısı olunmamalı. Aşı olunacaksa canlı virüsle yapılan burun spreyi şeklindeki aşı tercih edilmemeli; etkisiz hale getirilmiş virüslerden elde edilen iğne şeklindeki aşılar daha az riskli.

Gribe Karşı Alınabilecek Önlemler

Dr. Robert Sears, The Vaccine Book - Aşı Kitabı’nda hastalığa yakalanıp ilk belirtileri farkettikten hemen sonra - 48 saat içinde - antiviral ilaç almanın belirtileri hafiflettiğini söylüyor.

Gribe yakalanmamak için alabileceğimiz önlemler var. İlk önlem, bulaşıcı salgın hastalıklar ve kanser gibi bağışıklık sistemi hastalıklarının karşısına güçlü bir bağışıklık sistemiyle çıkmak. Mevsiminde yenilen bol yeşillik, sebze, meyve vücudumuz için gerekli vitamin ve mineralleri doğal yollardan almamızı sağlar. Doktorunuzla mineral, vitamin eksikliklerinizi tespit edip gerekirse besin takviyeleri alabilirsiniz. Doğal kaynaklardan beslensek de takviye gerekebiliyor; çünkü artık meyve sebze ve yeşillikler yüz yıl önce oldukları kadar besleyici değil. Bunu kısmen  toprağın modern tarım yöntemleriyle fakirleştirilmesine borçluyuz. Sonra, bitkisel besinler bize ulaşana dek nasıl işlemlerden geçiyor, ne kadar yol katediyor ve bu arada besleyiciliklerinin ne kadarını koruyor?

Bağışıklık sistemimizi doğal besinlerle ve gerekli takviyelerle güçlendirme çabası yeterli değil. Bir de şeker (sofra şekeri ve tatlandırıcılardan bahsediyorum), hazır gıdalardaki katkı maddeleri gibi bize yararı değil, vücudumuzdaki enflamasyonu artırarak zararı dokunan maddelerden uzak durmak gerekiyor. 

Alınabilecek başka önlemleri sayalım. Mesela, özellikle grip mevsiminde (sonbahar ve kış ayları) toplu taşıma araçlarına binmemek, kalabalık mekanlarda bulunmamak... Eğer okula, işe vs. gitmek için toplu taşıma aracı kullanmanız gerekiyorsa, eczanelerden alabileceğiniz tıbbi maskelerden kullanın ve maskeyi sık sık değiştirin. Toplu taşıma araçlarında fazla konuşmayın; yani ağızdan virüs alma riskinizi artırmayın.

Gribi önlemede hijyen çok önemli. Virüsler sabuna, deterjana dayanıksız. Ellerinizi sık sık sabunla yıkamaya özen gösterin. Günlük hayatta virüs bulaşmış olabilecek bir sürü şeye dokunuyoruz; tokalaşıyoruz vs. Hele hele kucaklaşarak, öperek merhabalaşmaktan özellikle kaçının. 

Boğazda yanma, kırgınlık gibi belirtiler hissettiğinizde, sıcak suya kattığınız toz zencefil, limon ve balla yapacağınız çay size iyi gelir. Nezle, soğuk algınlığı ve boğaz ağrısında sabah, akşam ve gün içinde, hatta gece uyandığımda - daha önce kabuğuyla ufak ufak doğradığım limonu (yarım limonu 6 - 8 parçaya bölüyorum) - ince beyaz kabuğuyla beraber emmek ve yemek çok işe yarıyor. Tabii, bu formüller gribe karşı bizi ne kadar rahatlatır, bilemiyorum. Denemek lazım. Gribi düşündüren ilk belirtileri hisseder hissetmez şu bahsi geçen antiviral ilaçları deneyebilirsiniz.

Öncelikle çok sayıda kaynakta yazdığına ve deneyimime göre soğuk algınlığı ve nezle gibi daha hafif, yine mevsimsel ve virütik hastalıkları ÇİNKO alarak nispeten kısa sürede ve hafif atlatabiliriz. Sonbaharda D vitamini ve çinko almayı ihmal etmeyelim. Zencefil, zerdeçal, tarçın, karanfil gibi çok sayıda yardımcımız var. Sarımsak önemli bir koruyucu. 

Şimdi Neil Z. Miller’in Vaccine Safety Manuel isimli kitabından biraz alıntı :

 " Grip Aşısı Ne Kadar Güvenli ?

Grip aşısı, birkaç gün sürebilen grip benzeri belirtilere yol açabilir : ateş, üşüme, boğaz yangısı, burun akıntısı, burun tıkanıklığı, başağrısı, kas ağrıları, karın ağrısı ve yorgunluk. Doktorlar, sıklıkla aşıdan grip kapmanın mümkün olmadığını iddia ederler. Fakat bu, birçok insanın deneyimleriyle çelişir. Ayrıca, aşılar hastalığı taklit ederek bağışıklık sistemini uyarmak için tasarlanır...

Grip aşısının yarattığı ciddi reaksiyonlar arasında aşı bileşenlerine karşı ölümcül alerjik tepkiler ve felç yaratan ağır bir hastalık olan Guillain-Barre Sendromu (GBS) var. GBS aşıyı izleyen birkaç hafta içinde ortaya çıkabilir ve kurbanlarının yaklaşık yirmide biri için ölümcüldür. Grip aşısı ile GBS arasındaki bağlantının basında geniş yer bulması, 1976 yılında, CDC (The Center for Disease Control and Prevention - amerikan SB’na bağlı Hastalık Kontrol ve Önleme Dairesi) eğer toplu aşılama düzenlenmezse amerikan ulusunu süpürüp geçecek ölümcül domuz gribi salgınlarına dair ürkütücü bir hikaye çıkardığı zaman oldu. ... Toplu grip aşısı kampanyalarından sonra yüzlerce yeni GBS vakası ortaya çıktı.

GBS’e ek olarak çok sayıda çalışma grip aşısına karşı başka ters reaksiyonları araştırdı veya dokumente etti. Bunların arasında ansefalopati, beyin kökü iltihabı, poli-nevrit, optik nevrit, miyelit (omurilik iltihabı), vaskulit, miyelopati, yüz felci, brakial pleksus (kol sinir ağı) bozuklukları, reaktif artrit … ve astım hikayesi olan kişilerde astım krizi bulunuyor." (liste çok uzun!)

Vaccine Safety Manuel’dan alıntılamak istediğim çok bölüm var. Birinin başlığı “Grip Korkusu Salma Taktikleri”. En iyisi bu kitabı amazon.com’dan edinip okumak. Kitap Türkçe’ye çevrilmedi.

Sonuç

Olası yan etkilerini düşününce, çoğu durumda aşı olmak yerine bağışıklık sistemimizi güçlü tutmak, özellikle sonbahar - kış aylarında sakınımlı davranarak gripten ve diğer virüs/mikroplardan kaçınmak daha mantıklı görünüyor. Şimdiden günlük D vitamini alımınızı artırmanın faydası olur. Doktorunuza danışıp D vitamini takviyesi kullanabilirsiniz. Lütfen dikkat, hep C vitamininden bahsedilir, D vitamini unutmayalım.

Özellikle çocukları çok sayıda aşıya maruz bırakmak akıllıca değil. Hemen ortaya çıkabilecek reaksiyonların dışında, çocukluktan başlayarak tekrarlanan grip aşısının vücuda hiç mi zararı olmayacak? Hele domuz gribi kargaşasında olduğu gibi öncelikli olarak bebekleri ve hamileleri aşılamaktan bahsedildiğinde insanın kanı donuyor. Aşıların kesin koruyucu olduğunu, eğer doktorlar yönlendiriyorsa aşıların tamamıyla zararsız olduğunu düşünmek safça oluyor.

Eskiden hayat daha basitmiş; bu kadar çok sorgu sual gerekmiyormuş. Günden güne karmaşıklaşan bir hayat yaşıyoruz. Sonradan üzülmemek için kendi araştırmamızı yapalım; daha isabetli sorular sorarız. Cevap bulmak icin yöneldiğimiz doktorları da araştırma yapmaları için teşvik ederiz belki. Çünkü çoğu doktor, beslenme konusunda olduğu gibi, aşılar konusunda da araştırma yapma ve bilgilenme zorunluluğu hissetmiyor.


Bir uyarı :
Bu kişisel tecrübeme dayanıyor. Çocuğum ilkokul çağında. Haliyle eve onunla taşınan virüsleri (nezle, norovirüs - stomach flu vs.) hiç kaçırmıyorum, ben de kapıyorum. Evde MS hastası biri, bir yaşlı veya bulaşıcı hastalıklardan özellikle korumak istediğiniz bağışıklık sistemi zayıf bir kimse varsa, dikkat etmek lazım. Bulaşıcı hastalık taşıyan kişilerin bahsettiğim hassas grupla temasını mümkün olduğu kadar kısıtlamak gerekiyor. Korumak istediğiniz kişinin hergün D vitamini almasını, doğal antibiyotik sarımsak ile birlikte limon, zencefil, zerdeçal gibi koruyucu yiyecekler tüketmesini sağlayın.




Video : VaccinesRevealed (Aşılar Ortaya Çıkartılıyor) belgeselinin kısa ek bölümünde Dr.Sherry Tenpenny, Dr. Tony Bark ve başka doktorlar grip aşısı hakkında konuşuyor. Bölümün adı "The Flu Shot Hoax".

http://www.vaccinesrevealed.com/flu-shot-hoax/?inf_contact_key=28f766d3d72b6cc7069aca4eca2e1c6831f60c0139b22680727fe4d7214599e0



Kaynaklar :

Vaccine Safety Manuel       Neil Z. Miller
The Vaccine Book          Robert Sears, M.D.

http://www.cochrane.org/CD001269/ARI_vaccines-to-prevent-influenza-in-healthy-adults    Cochrane bağımsız bir düşünce havuzu (think tank) - Bizi kimin neye ve niye yölendirdiğini bilemediğimiz şu günlerde sağlık alanında karar vermeye çalışırken çok gerekli bir ikinci görüş...

http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/9372507




5 Temmuz 2013 Cuma

İnsülin Direnci Hastalıklara Sebep Oluyor

Birçok sağlık problemimizi tetikleyen sebeplerden biri yanlış beslenme alışkanlıklarıyla yolundan çıkan metabolizmamız. Normalde, yenilen yemeğin ardından belli sürelerle çeşitli hormonlar ve enzimler yiyecekler üzerinde çalışmalı. Önce iki saat boyunca insülin hormonu, ardından leptin hormonu… Öğünümüzü gereksiz şekilde uzatmamalı, öğünler arasına minimum dörder saat koymalı ve ara öğünleri, atıştırmaları hayatımızdan çıkartmalıyız. Bu kurallara uymadığımızda kanımızdaki sindirim hormonu düzeyleri - en başta insülin - sürekli dalgalanıyor, metabolizma bu düzensizliğe ancak bir süre dayanabiliyor.

İnsülinin görevlerinden en önemlisi enerji için gerekli glükozun (hücre zarında bulunan reseptörler - alıcılar aracılığıyla) hücrelere girmesini sağlamak. Zamanla, yanlış beslenme alışkanlıkları sonucunda vücut hücrelerimiz insüline karşı duyarsızlaşıyor, yani insülin direnci geliştiriyor. Böyle bir durumda, vücutta yeterli yakıt (glükoz) olduğu halde hücreler açlık çekiyor. Kandaki glükoz emilemiyor. Fazla glukoz karaciğerde depolanamıyor. İnsülin direnci, metabolik sendromla başlayıp, tip 2 diyabet, kalp damar hastalıkları, depresyon, hatta nörolojik hastalıklara uzanarak sağlığımızı bozuyor.

 Modern beslenme tarzımız, neredeyse tüm sosyal buluşmaların yeme-içmeyle birleşmesi, gazetelerde diyetisyenlerin verdiği zayıflama önerileri bizi insülin dalgalanmasının kucağına itiyor. Azar azar ve sık sık yemek yemek önerisi çok yanlışmış (bkz : Karatay Diyeti - Prof.Dr Canan E. Karatay). Ara öğünler yanlış. Doğru olan, öğünler arasına minimum dörder saat koymak ve öğün aralarında atıştırmaya, meyve yemeye, meyvesuyu içmeye kalkışmamak. Her öğün, her atıştırma pankreasın tekrar insülin salgılamasına ve zamanla hücrelerin kandaki insülin hormonuna karşı duyarsızlaşmasına sebep oluyor. Yani besinlerin sindirimi sonucu hücrelere enerji kaynağı olacak glükoz üretiliyor; fakat glükoz kullanılmak üzere hücrelere giremiyor. Bunun üzerine kas, yağ ve karaciğer hücrelerinin kandaki glükozu emebilmesi için pankreas daha fazla insülin salgılıyor. Gükoz enerji olarak kullanılacağı hücrelere giremeyince, yeterli kalori alındığı halde bitkinlik, güçsüzlük yaşanıyor. Kandaki insülin seviyesi normal değerlere dönemiyor. Bu arada üretilen fazla kalori yükü özellikle karın - bel bölgesinde yağ olarak depolanıyor. Trigliserid düzeyimiz (yağ dokusunda depolanan glükoz) yükseliyor. Sonuç kendini sürekli yorgun hisseden, enerjisiz hissettikçe şekerli, unlu yiyeceklere ve şeker bombası içeceklere yönelen, bel çevresi genişleyen ve kof kilolar alan, sağlıksız bireyler.

Nörolojik birçok hastalık da insülin direnci tarafından tetikleniyor. Hatta bazı bilim adamları Alzheimer hastalığına tip 3 diyabet demeye başladı. Brown Üniversitesinden bir ekibin yaptığı araştırmada beyin hücrelerinde insülin direnci geliştirilen farelerde Alzheimer benzeri bir hastalık oluştuğu görülmüş.
Tip 2 diyabet hastalarının Alzheimer hastalığına yakalanma riskinin diğer kişilere kıyasla yüzde 50 - 65 daha fazla olduğu zaten biliniyor.
 
İnsülinin bizi özellikle ilgilendiren bir özelliği de fazla salgılanmasıyla vücuttaki enflamasyonu (yangı) artırması. İnsülin direncinden bahsederken, glükozun insülin duyarlılığını kaybetmiş hücreler tarafından emilmemesi üzerine pankreasın daha fazla insülin salgıladığını görmüştük. 2005’te yayınlanmış bir bilgi : Hiperinsülinemi (fazla insülin hormonu salgılanması) merkezi sinir sisteminde ölçülen enflamasyon göstergelerini yükseltiyor.

Çoğumuz, vücut yüzeyinde mikrop kapan yaralar, kesikler yüzünden aşina olduğumuz enflamasyonun sinsi, sessiz ve sürekli bir türüyle yaşıyoruz. Bu sürekli enflamasyon da çeşitli tanıdık hastalıklara sebep oluyor. Romatoid artrit, kalp-damar hastalıkları, depresyon...

http://www.cbn.com/health/naturalhealth/drsears_silentkiller.aspx adresindeki “İçimizdeki Katil” başlıklı yazıda enflamasyonun artmasına sebep olan üç çeşit hormon sıralanmış :

1. Eikosanoidler : Omega-3 ve omega-6 yağlarının oksidasyonuyla üretilen hücresel hormonlar. Depolanmayan, ihtiyaç oldukça üretilen sinyaller. Başta merkezi sinir sistemi, bağışıklık ve enflamasyon olmak üzere, birçok vücut sisteminde karmaşık kontrol işlevleri var. Eikosanoidlerin oluşumu, serbest radikal (ROS - reaktif oksijen türleri) üreten bir süreçtir. Diyetimizdeki omega-3 : omega-6 oranının önemi eikosanoid üretiminde de ortaya çıkıyor. Omega-3 yağ asitlerinden üretilen eikosanoidler daha az iltihaba sebep verir ve hatta iltihabı azaltıcı nitelikteyken, omega-6 yağ asitlerinden zengin gıdalar - ki Batı tipi modern diyet bol hayvansal ürün, doymuş yağ içeriğiyle omega-6 yüklü gıdalarla dolu - daha fazla enflamasyona sebep oluyor.

2. Kortizol : Adrenal bezleri (böbreküstünde bulunur) tarafından salgılanan bir kortikosteroid. Baş görevi kandaki glukoz seviyesini artırmak. Bağışıklık sistemini ve kemik gelişimini baskılıyor. Travma, fiziksel veya zihinsel stres durumlarındanda kortizol salgısı artar. Kafein, uykusuzluk ve derialtı yağ tabakasının fazlalığı da kortizol salgısını artırıyor. Omega-3 alımı zihinsel stres yüzünden artan kortizol seviyesini düşürmeye yarar. Müzik ve masaj da kortizolü düşürüyor.

3. İnsülin : bildiğiniz gibi, pankreas tarafından salgılanıyor. Ayrıca beyinde de insülin ve ilgili proteinlerin üretildiği gösterilmiş.

Özetlersek, kan şekerini aniden yükselten rafine gıdalar, bol şeker, çok az omega-3 yağ asidi içeren gıda tüketmekle kendimizi birkaç koldan riske atıyoruz. Kalp-damar hastalıkları, kanser, diyabet, romatoid artrit gibi hastalıklarla beraber MS, Alzheimer, Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıkların bu kadar yaygınlaşmasına en başta modern beslenme tarzımız sebep oluyor. Ortodoks Batı tıbbı, hastalıkları önlemeyi ya da bozulan dengemizi düzeltmeyi değil, hastalık ortaya çıktıktan sonra ilaçlar vasıtasıyla belirtilerle savaşmayı hedeflediği için sorunlarımız baştan engellenemiyor, çözülmüyor ve karmaşıklaşıyor. Bizimki gibi hastalıklarda yan etkileri fazla, etkinlikleri şüpheli ilaçlar devreye girince işin içinden çıkılamıyor.

Yine beslenme şeklimizi düzeltmemiz gerektiğini anlatan bir yazı oldu. Ama beslenmemiz o kadar doğallıktan uzaklaşmış ve başımıza öyle dertler çıkarıyor ki ne kadar anlatılsa belki az.



kaynaklar :

Karatay Diyeti Dr. Canan Efendigil Karatay

wikipedia.org’da insulin, leptin, insulin resistance, inflammation konuları


http://www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/22533436 …................. Alzheimer bir diabet türü mü?

http://www.diabetes.co.uk/type3-diabetes.html ….................. Alzheimer

http://nutritiondata.self.com/help/inflammation ….................... Enflamasyon

5 Haziran 2013 Çarşamba

EGZERSİZ

Beynin bir yaştan sonra yeni hücre yapmadığını, ölen hücrelerin yerine yenilerini üretmediğini sanırdık. Meğer üretiyormuş. Beyin gelişim hormonlarının salgılanmasıyla beyin yeni hücreler ve bağlantılar yapmayı yetişkinlerde de sürdürüyormuş. Beyin gelişim hormonlarının salgılanması için bir yol zihinsel faaliyeti artırmak, mesela yeni şeyler öğrenmek, kitap okumak, bulmaca çözmek, satranç oynamak vesaire. Diğer yol fiziksel aktivite. Atıl kalmamamız, kendi sınırlarımız içinde hareket etmemiz için çok geçerli bir neden bu.

Hareket etmemiz için başka bir sebep de şu : hareketsiz kaldıkça kaslar atrofiye uğruyor, yani zayıflıyor ve kuvvetin yanısıra hareket kabiliyetlerini, esnekliklerini kaybediyor. Zaman içinde ataklarla veya ataksız yapabildiğimiz hareketler kısıtlanmış olabilir. Bunun üstüne MS’in getirdiği çabuk yorulma sorunu eklenince giderek daha az hareket eder, daha kısa mesafeler yürür olduk belki. Bu kötü bir kısırdöngü. Hareketlerimiz kısıtlandıkça az hareket etmeye alışırız, hatta işlerimizi az efor sarfedecek, az hareket edecek şekilde optimize ederiz ve hareketliliğimiz azaldıkça da kaslar erir. Sonuçta yürüme bozukluğumuzun ne kadarı MS’ten, ne kadarı hareketsizlikten kaynaklanıyor ayırdedemeyiz.

Sakatlığımız olsun olmasın, sakatlığın boyutu ne olursa olsun MS’li hastalarla çalışma tecrübesi olan bir fizyoterapistle çalışmanın faydası büyük. Düzenli bir egzersiz programıyla yapabildiğiniz hareketlerin skalası zamanla genişleyebilir; yorgunluğa dayanıklılığınız artabilir, çalışıyor olmak sizi ayrıca mutlu eder. Bedensel çalışma dolaşımı düzenler. Ayrıca egzersiz yapınca daha çok serotonin salgılar, moralinizi yükseltirsiniz. Hormonlar daha düzgün çalışır. Kadınlarda bozulmuş menstrüasyon çevrimi düzene girer. Beyin gelişim faktörlerinin artmasıyla beynin kendi kendini tamir sürecine katkıda bulunursunuz.

Mayo Clinic’in internet sayfasında egzersiz yapmanın faydaları şöyle listelenmiş : egzersiz yapmak : 
1. kilo kontrolü sağlar;
2. sağlık problemleri ve hastalıklara karşı mücadelede faydalı;
3. ruh halinize iyi gelir;
4. enerjinizi artırır;
5. daha iyi uyumanızı sağlar ;
6. seks hayatınızı canlandırır;
7. eğlencelidir.

Düzenli egzersiz yapmanın MS hastalarına sağlayacağı bazı yararları özetlersek , düzenli egzersiz :
1. enerji düzeyini artırıyor; yorgunluğu azaltıyor;
2. mesane problemlerini hafifletiyor;
3. kemikleri güçlendiriyor. MS hastalarında çoğunlukla vücuttaki D vitamini düzeyi düşük. Standart tedavide kullanılan illaçlar kemikler için D vitaminiyle beraber çok önemli olan kalsiyum seviyesini de düşürüyor. Az hareket eden MS hastalarında kemikler zaten zayıflıyor ve denge problemleri MS hastalarının düşerek kırıklarla karşılaşma riskini artırıyor.
4. Ayrıca, düzenli egzersiz kilo kontrolüne katkıda bulunuyor;
5. kalp sağlığı için çok önemli. MS hastalığı, solunum, sindirim ve kalp ritmi üzerindeki etkileri yüzünden zaman içinde kardiyovasküler rahatsızlıklara yakalanma riskimizi artırır. Orta düzeyde aktivite, egzersiz bile bu riski düşürür.

Halihazırda egzersiz hayatınızın bir parçası değilse, yapacağınız egzersizin türüne, süresine karar verip en kısa zamanda başlayın. Deneyimli bir fizyoterapistin sizin için uygun bir program belirlemede çok yardımı olur. MS’in yaygınlaşmasıyla hastaneler bünyesinde fizyoterapi bölümlerinde MS hastalarına çalışmalarında yol gösteren uzmanlar var. Egzersiz programı uygulamaya başlamadan önce, nöroloğunuzla ve MS hastalığı konusunda bilgili bir fizyoterapistle aşağıdaki konuları konuşmalısınız :

- kaçınmanız gereken ve size en uygun egzersiz türleri
- yapılacak egzersizin yoğunluğu (sizi ne kadar yormasına izin vereceğiniz) ve varsa uyulması gereken fiziksel sınırlamalar
- egzersiz sıklığı ve süresi

Egzersiz yaparken akılda bulundurulmalı ki :
- Kendimizi çok yormamalı, sınırlarımızı zorlamamalıyız. MS’te bunlar gelişmeye değil , aşırı yorgunluk ve gerilemeye yol açar.
- Vücut ısımızın çok yükselmemesine dikkat etmeliyiz.
- Egzersiz sırasında ihtiyaç duydukça kısa dinlenme araları vermeliyiz.
- Egzersiz programımızı basit tutarak başlamalı, zamanla geliştirmeliyiz. Zor bir egzersiz programı uygulamaktansa bize uygun bir program dahilinde egzersizi düzenli yapmaya önem vermeliyiz.
- Atak geçirirken de egzersiz yapabilirsiniz; fakat daha çabuk yorulacağınız için egzersiz sürenizi, egzersizin yoğunluğunu atağa göre ayarlamalısınız.
- Egzersiz için kasları ısıtmaya, esnemeye ve egzersiz bitiminde rahatlayıp dinlenmeye zaman ayırmalıyız.
- Egzersiz sırasında kendinizi yaralanmalardan koruyun. Özellikle denge probleminiz varsa …
 
Yapılabilecek Egzersiz Türlerine örnekler

Yüzme
İmkanınız varsa, yüzme bizim için ideal görünüyor. Çünkü yüzme kasları çalıştırmasının yanısıra sinir sistemi için çok faydalı ve vücut ısısını pek yükseltmiyor. Ayrıca sakatlanma riski yok. Suda yapılan hafif egzersiz (aquatics) de çok ısınmadan kaslarımızı çalıştırmamızı sağlar. Suyun kaldırma kuvveti sayesinde eklemlerimize fazla yük binmez ve su, rahatlatıcı etkisiyle stresi azaltır.

http://www.youtube.com/watch?v=6TalBJ1JHWQ

Yoga
Yoga MS’te faydalı. Yoga yaptıkça esnekliğiniz artar. Yogada tüm hareketler soluk alış verişle uyum içinde yapılır. Mesela bir yoga duruşunu (asana) öğrenirken, asanaya girişte, duruş sırasında ve duruştan çıkışta nefesi ne zaman alacağız, ne zaman vereceğiz öğreniriz.

Yogayla doğru nefes almayı öğrenince (burundan alınan karın nefesi), sığ, yani sadece akciğerlerin üst kısmını doldurarak nefes alma alışkanlığından kurtuluruz. Bunun yararları arasında akciğer kapasitemizin artması, daha çok oksijen almamız ve karın (diyafram) kullanılarak alınan nefesin iç organlarımıza masaj etkisi yapması sayılabilir. Asanaları (yoga duruşlarını) yaparken nefes alış - verişimiz yavaşlayıp düzene girince daha sakin oluruz.


Qigong, Tai Chi
Chi (Qi) Çincede vücutta aktığı düşünülen hayat enerjisine verilen ad. Aynı kavram farklı kültürlerde farklı isimler alıyor. Mesela Hint kültüründe “prana”, Havai’de “mana”, batı kültüründe de hayat enerjisi (star wars’daki “force” :) ) gibi... Qigong, nefes, hareket ve farkındalığın birarada kullanıldığı egzersiz, sağaltım ve meditasyon amacıyla yapılabilen hareketler dizisi. Tai chi chuen bazı akademisyenlerce Qigong’un bir disiplini sayılıyor. Qigong’un ve tai chi chuen serilerinin bize faydası sakinleştirici olmaları, yumuşak bir egzersiz yapma imkanı sağlayıp dengeyi geliştirmeleri.
http://www.youtube.com/watch?v=lYMTI5R6V9g (sağlık için qigong - Ba duan Jin)
http://www.youtube.com/watch?feature=endscreen&v=P5hvODK2zW4&NR=1 (tai chi başlangıç seviyesi eğitim video'su)
 
Ankara İçsel Canlanma Merkezi'nin Tai Chi öğretmeni Harun Soydan :
https://www.youtube.com/watch?v=MSIt38_-WxU&feature=endscreen&NR=1
http://www.icselmerkez.com/index.php/m-hareket/m-taichi

İstanbul Vadiruhu'nda Tai Chi eğitimi veren Hakan Onum'dan bir video :


Fizyoterapi
Bir fizyoterapist eşliğinde bedensel çalışmayla, evde size verilen egzersiz programını düzenli uygulayarak hızlı yol katedebilirsiniz. En azından, atalet yüzünden kas kütleniz ve hareket kabiliyetinizde kayıplar olmuşsa, bunları telafi eder ve aynı sebeple bundan sonra oluşabilecek kayıpların önüne geçersiniz.

Batonla Yürüme
Kuzey disiplini yürüyüşü (nordic walking) duymuşsunuzdur belki. Ellerde kayak yaparken kullanılanlara benzeyen iki baton olduğu halde, batonlardan itme kuvveti alınarak yürünüyor. Bu egzersizde amaç üst bedeni de hareket ettirmek. Nordic walking bir fitness egzersizi. Belki halihazırda fit ve enerji düzeyi yüksek olanlarınız yapabilir.

Bir de trekking batonlarıyla yürüyüş yapmak var ki bu bana daha yapılabilir geldi. Batonlar yürürken postürünüzü düzgün tutmaya yarıyor ve bu egzersiz türü üst bedeni de çalıştırıyor. 
http://www.youtube.com/watch?v=lof4iTdAivk

Trekking batonu bulmak için dağcılık malzemesi satan mağazalara bakabilirsiniz. 9/7/2013 - Tesadüfen internet alışveriş sitelerinden birinde  Evolite marka batonlar satıldığını gördüm ve merakla aldım. Ancak pek fazla denge problemi yaşamayanlar rahatça kullanabilir; uçları geniş olmadığından denge için güvenemezsiniz . Ben tripod taktığım bastonumla idare edeyim bir süre daha.
 
İki tür egzersiz arasında ve kullanılan değnekler arasında fark var. En başta yere basan uçları farklı, tabii kullanım şekilleri de :

Diğer
Eskrim gibi bir yandan birşeyler öğrendiğiniz aktiviteler de faydalı; çünkü fiziksel aktivitenin yanısıra yeni birşeyler öğrenmek de daha fazla beyin gelişim hormonu salgılanmasını sağlıyor.

Tekerlekli sandalyede egzersiz
Tekerlekli sandalyede egzersiz bırakılmamalı. Akciğer kapasitemizi geliştirmek, dolaşımı hareketlendirmek, kaslarımızı erimekten korumak ve güçlendirmek, özellikle kalp rahatsızlıklarından korunmak için düzenli egzersize tekerlekli sandalyedeyken çok ihtiyaç var. Youtube.com’da “wheelchair exercise” kelimeleriyle arama yapabilirsiniz.
 
Egzersiz yapmıyorsanız harekete geçmenin zamanıdır. Star Wars’da dendiği gibi “may the force be with you*”.
 

*güç sizinle olsun
 

ek videolar :
http://www.youtube.com/watch?NR=1&v=yY6L5_5IZlc&feature=endscreen (qigong)
https://www.youtube.com/watch?v=ybvcgAudioI (İsmet Himmet, sadece tai chi'nin ne olabildiğini göstermek için...)