Yasal Uyarı

Yasal Uyarı
Bu sitede yayınlanan bilgi ve referanslar hiçbir surette doktor tavsiyesi yerine geçmez. Tüm sağlık problemlerinde mutlaka bir doktora başvurulmalıdır. Doktora başvurmadan kesinlikle ilaç veya başka tedavi yöntemleri kullanılmamalıdır.

Kaynak gösterilerek paylaşılan ve verilen bağlantılar (link'ler) ile ulaşılan bilgilerden kaynak sahibi sorumludur.
Sitede yer alan bilgilerin Multipl Skleroz ve diğer hastalıklar konusunda genel kabul gören tıp literatürüne uygun olduğuna dair bir iddiam yok. Bir MS hastası olarak denediğim, kısmen fayda gördüğümü düşündüğüm yardımcı tedavilerle ilgili bilgi paylaşıyorum. Dolayısıyla, her hasta benim gibi kendi sağlığı için yaptığı seçim ve uygulamalardan sorumludur.


16 Aralık 2012 Pazar

Su orucu = Şifa orucu

Geldik blog’un bence en önemli yazısına... Konumuz su orucu, nam-ı diğer : açlık tedavisi. (LDN ve HBOT - hiperbarik oksijen terapisini de araştırın. Bu üç tedavi şekli şimdiye dek denediklerim arasında favorim.)

Dr.Yegane Mutlu’nun yazdığı “Hastalanmadan Yaşayın” isimli kitap kendinize yeniyıl hediyeniz olsun. Biliyorum, Amerika, Almanya, Rusya, İsveç, Endonezya ve başka ülkelerde olanlarınız var. Bulunduğunuz ülkede de açlıkla tedavi, su orucuyla ilgili kitaplar ve açlık yaptığınızda sizi takip edebilecek bu konuya vakıf doktorlar bulabilirsiniz. http://www.iahp.net/refer.htm

İnsanlık kadar eski (hayvanlar için daha da eski) bir arınma, iyileşme yönteminden bahsediyoruz. Yapılan birsürü yanlışlığın, bizi hasta eden katkı maddelerinin her türlü yiyecek/içeceğe girmesinin, artan hava ve çevre kirliliğinin, genetiği değiştirilmiş organizmaların “şeker şurubu” gibi masum adlarla veya çaktırmadan besinlerimize girmesinin, bunların sonucu artan kronik hastalıkların yanında bu tip yöntemlerin etkinliği de tekrar gündeme geliyor; bu iyi. Tüm doktorların kronik hastalıklar karşısında FDA’in (ABD'nin sağlık bakanlığına bağlı gıda, kozmetik, ilaç vs. ile ilgili denetimleri yapan daire) onayladığı semptomatik, yan etkisi bol ilaçlara yönelmemesi de çok iyi.

Farkında olmaksızın veya umursamadan vücudumuza kaldıramayacağı, doğamıza aykırı toksinler yüklüyoruz. Sonra tamiri zor, zahmetli, hatta modern tıbbın “iyileşmez, duraksatalım, yapılabilecek budur!” dediği hastalık tabloları çıkıyor ortaya. Açlık tedavisi hastalıkta uygulayabileceğimiz jokerimiz.

Su orucunu ilk kez Amerikalı doktor Joel Fuhrman sayesinde öğrendik eşimle. Joel Fuhrman da gençliğinde olimpik sporcuyken iyileşmeyen yarasının su orucuyla düzeldiğini gördükten sonra tıp okumuş. Halen New Jersey’deki kliniğine başvuran aşırı kilolu, tip II diyabet ve çeşitli kronik hastalıklara sahip kişileri su orucuyla, beslenmelerini kitaplarında da anlattığı ilkelere göre düzenleyerek iyileştiriyor. Evet, özellikle tip II diyabet köklü bir beslenme değişikliğiyle veya açlık tedavisiyle ortadan kalkıyor. Fuhrman’ın ifadesiyle diyabetle beraber, su orucuna en iyi cevap veren kronik hastalıklar romatoid artrit ve sistemik lupus.

ÖNEMLİ NOT : Diyabette önemli beslenme değişiklikleri, tutmak istiyorsanız su orucu deneyimli bir doktor eşliğinde yapılmalı. Dr. Fuhrman Tip I diyabette oruç tutulmamasını tavsiye ediyor.

Şimdi konuyu açalım : Su orucu, bir süre (1 - 10 gün ya da daha fazla) ihtiyaç duydukça su içmek dışında yeme - içme faaliyetlerinizi durdurmaktır. Böylece vücudunuzun en çok enerji harcayan bölümünü, yani sindirim sistemini susturmuş olursunuz. Vücut açlık sırasında enerjisini toksinlerden kurtulup kendi kendini tamir etmeye yöneltir, farklı şekilde işlemeye başlar. Açlık sırasında çocukluğumuzdan beri salgılanmayan büyüme hormonları bile salgılanıyormuş.

Tabiatta hayvanlar ve ilkel dediğimiz doğadan kopmamış insanlar şifa orucunu çok uzun zamandır biliyor ve uyguluyor. Daniel Reid “Detoks” adlı kitabında hala doğayla içiçe yaşayan topluluklarda köylerin dışında iyileşme evleri bulunduğunu söylüyor. Hastalanan kişiler bu evlere çekilip bir süre sadece su içiyor ve dinleniyormuş. (Hastalandığımızda biz “modern” insanların da iştahı kesilir. Hele ateşimiz varsa sindirim enzimleri de çalışmaz hale gelir. O yüzden, ateşi 38 derecenin üstüne çıkmış birine yiyecek vermek anlamsızdır.)

Su orucuyla ilgili tecrübem şöyle :
Altı tane kısa süreli (2-3 günük) oruçtan sonra blog’un bana kazandırdığı araştırmacı ve cesur arkadaşım Ebru sayesinde Detoks’u (D. Reid) okudum. D. Reid vücudun ancak 4.-5. günde hedeflenen tamir sürecine girdiğini söylüyor. Yegane Mutlu’nun kitabını öneren de Ebru oldu. Tekrar teşekkür ederim. Tek şikayetim bu okuma hızıyla önerdiği kitapları okumaya yetişememem :)

Haftada bir gün veya ayda 2-3 gün vücudunu arındırmak sağlıklı bir insan için yeterli olabilir, ayrıca hastalıkların önlenmesi için gerekli de... Biz kronik hastaların denemesi gereken daha uzun süreli şifa oruçları. Fayda görebilmek için daha uzun süreli açlıklara girişmem gerektiğini anladım.

Dr. Yegane Mutlu kitabında oruca nasıl girilmesi, açlıktan çıkıldığında ne yapılması gerektiğini anlatıyor ve her yıl yaklaşık ikişer ay arayla, artan sürelerle (2, 4, 6, 8, 8 ... günlük) oruçlar tutulmasını öneriyor. Tabii artık biliyorsunuz ki burada bahsettiğim dini oruç değil, su içtiğiniz (biraz taze limon da sıkılabilir bardağa; alkali etkisiyle açlıkta çözünen toksinlerin yarattığı asiditeyi azaltır) , yemek veya meyvesuyu, çay vs. tüketmediğiniz açlık dönemidir. Bolca su içmek, oruç sırasında çözünen toksinleri atmak için elzem.

(Eğer yazıyı başka arkadaşlarınızla paylaşmak isterseniz tam bağlantı :
http://ms-alternatif-terapi.blogspot.com.tr/2012/12/su-orucu-sifa-orucu.html
hem kaynak belli olmuş olur, hem de belki başka bir yazıda işe yarar başka bilgiler bulur tanıdıklarınız. Teşekkürler ... İpek Yavuz)

Yine Dr.Mutlu üç güne kadar olan açlıkları yalnız başımıza yapmakta bir sakınca olmadığını söylüyor. Üç günden uzun süreli oruçlarda danışabileceğiniz bir doktorunuz olsa iyi olur. Bu doktor açlıklar konusunda deneyimli olmalı ki iyileşme sürecinde oluşabilecek şikayetleri başka rahatsızlıklarla karıştırmasın.

2012 kasımında altı günlük açlık yaptım. Muhtemelen, diyetimi zaten bağımlılık yapıcı gıdalardan arındırmış olduğum için sıkıntı çekmedim. Eğer kahve, şeker, hamurişi vs. alışkanlığınız varsa ilk bir iki gün başağrısı çekebilirsiniz. Ayrıca çarpıntınız da olabilir, telaşlanmayın. Açlık hissedebilirsiniz. Açlık olduğunu düşündüğümüz şey yoksunluk hissi, canınızın yiyecek birşeyler çekmesidir daha çok . Alışkanlık yapıcı yiyecek ve içeceklerden uzaklaşınca yoksunluk hissi giderek yokolduğu için oruç da kolaylaşır. Böyle durumlarda su içilmesi sizi biraz rahatlatabilir.

Açlık tecrübeme dönersek, orucun üçüncü gününden itibaren midem susmuştu. Enerji düzeyim açlık sırasında düşmedi. Psikolojik, zihinsel olarak her zamankinden daha rahattım.
Henüz açlık deneyimim fazla olmasa da, altı günlük açlıktan sonra bazı cesaret verici faydalar gördüm. Eklemlerimdeki (çene ve diz) sorunlar iyileşme işaretleri veriyor. Bunu eklemlerde biriken toksinlerin çözünmesi ve atılmasıyla açıklayabiliriz. Sadece bunun için bile su oruçlarına devam etmeye kararlıyım ve açlık tedavisi sayesinde sağlığımda daha büyük düzelmeler de olabileceğine içtenlikle inanıyorum.

VÜCUDUMUZ AÇLIĞA NASIL ADAPTE OLUYOR

“Açlık” kelimesi sizi dehşete düşürmesin. Bünyemiz açlıkla kendini tedavi etmeye programlı. Aşağıdaki site su orucu hakkında bilgi veriyor.
Açlığın ilk üç günü içinde önemli bir değişiklik yaşanıyor. Vücut bir yakıt çeşidinden (glükoz), farklı bir yakıt çeşidine (keton) geçiyor. Normalde besinlerden sindirimle elde edilen glükoz ana yakıtımız ve fazlası glikojen olarak karaciğerimizde depolanıp enerji ihtiyacı başgösterdiğinde serbest bırakılıyor.
Açlığın ilk gününde karaciğerin glikojen deposu tükenince metabolizma ketosis de denilen keton üretimine geçiyor. Ketosis, enerji kaynağı olarak glükoz yerine yağ asitlerinin kullanılması demek. Bu değişim, kadınlar için 72 saatte (3 gün), erkekler için 4 günde tamamlanıyor; öyle ki keton üretimi vücudun enerji ihtiyacını karşılar düzeye ulaşıyor. Böylece kas kütlemizden pek kayıp olmuyor. Kaybedilen az miktarda kas, alyuvarlar ve beynin enerji ihtiyacını karşılamak için kullanılıyor (referans : Fasting and Eating for Health, Dr. Fuhrman). Vücudun protein rezervini yıkımdan koruyan bu değişim evrimsel bir gelişme. Enerjiyi, yağ yıkımı dışında vücutta bulunan tüm yabancı dokuları da eriterek karşılıyoruz. Bu yabancı kaynaklar her türlü tümör, bakteri, virüs, diğer yabancı oluşumlar olabilir. Orucun bir yararı bu yabancı dokulardan bizi kurtarması. Ayrıca, açlık tedavisi sırasında vücut uykuda yaşadığımıza benzer bir dinlenme fazına giriyor; toksinleri atmaya ve hasarlı dokuları tamir etmeye odaklanıyor. Bağırsakların iç çeperindeki hasarlı dokular düzeliyor; bu şekilde geçirgen hale gelmiş (yarı sindirilmiş proteinlerin kana karışmasına sebep olan) ve sağlığımızı bozan bağırsaklarımız tamir oluyor.

MS, açlık tedavisine cevap veren hastalıklar arasında sayılıyor. Romatoid artrit, lupus, yüksek tansiyon, ülseratif kolit, fibromiyalji, gut, akne, ekzema ve birçok başka hastalık da keza öyle.
Bu sitede ayrıca su orucu tutmaması gereken kişiler şöyle listelenmiş :
- Anoreksi ve blumia hastaları
- Hamile ve aynı zamanda diyabetli olanlar
- Emziren anneler
- Ağır kansızlığı olanlar
- Aşırı zayıf kişiler
- Oruç tutmaktan çok korkanlar
- Porfiria hastaları
- Bazı insanlarda ketosis denilen yağ asitlerinden enerji üretimine geçişi engelleyen, ender bir genetik sorun oluyormuş. Bu kişilerin de su orucu yapmaları çok sakıncalıymış.
Karaciğer ve böbrek fonksiyon bozuklukları doktora danışmayı gerektirir; ciddi bozukluklar su orucuna girmeyi engelleyebilir.

Aşağıdaki de su orucunu doktor gözetiminde tutması gerekenlerin listesi :
- Ciddi bir sağlık sorunu olanlar
- Hamileler
- Tip I diyabet hastaları
- Çocuklar
- Karaciğer, böbrek fonksiyonlarında bozukluk olanlar
- Vücudunda fazla miktarda DDT bulunanlar. DDT’ye maruz kalınmışsa, açlıkta vücut yağları eridikçe serbest kalan DDT kana karışıp büyük tehlike oluşturabilirmiş.
- Oruçtan çok korktuğu halde tutmak isteyenler

SU ORUCU ve İLAÇ KULLANIMI

Oruç tutarken ilaç kullanılmamalı. Dr. Fuhrman, su orucuna girmeden önce ilaç kullanan hastalarına ilaçlarını yavaş yavaş bıraktırıyor. Özellikle diüretikler, kan sulandırıcı - pıhtı önleyicilerin (heparin, komadin benzeri ilaçlar, iğneler) su orucu sırasında kullanılması çok tehlikeli. Antidepresan kullanıyor olmanın da su orucu tutmaya engel teşkil ettiğini söylüyor Dr. Fuhrman.

SU ORUCU ve DOKTOR KONTROLÜ
Su orucu konusunda okuduğum kitaplarda 3 güne kadar olan açlıkları denetimsiz yapmanın sakıncası olmadığı söyleniyor. Daha uzun süreli oruçlarda su oruçları konusunda deneyimli bir doktor bulmak gerekiyor. Dr. Fuhrman, neden doktora ihtiyaç olduğunu anlatırken doğumla su orucu arasında benzerlik kuruyor : ikisi de doğal süreçler; fakat sık rastlanmayan aksiliklere karşı doktor gözetimi önemli.
Su orucu konusunda deneyimli bir doktor, vücudun elektrolit dengesinin bozulduğunu gösteren işaretleri iyileşme sürecinde görülen yan etkilerden ayırdedebilir; orucun sonlandırılması gerektiğine karar verebilir; gerektiğinde kan testleriyle durumunuzu gözetim altında tutar.

http://www.yeganemutlu.com/iletisim-bilgileri/

ORUÇ SÜRESİ
Su oruçlarına - daha çok fikren - alışmak için haftada bir veya iki günlük oruçlarla başlayabilirsiniz. Birden 7-10 günlük açlık zor gelebilir. Su orucu konusunda deneyimli bir doktor bulabilirseniz, orucun süresine beraber karar vermeniz iyi olur.

Kronik hastalıklardan kurtulmak için 21 günden uzun süreli şifa oruçları tutanlar var. Aralarına vücudun toparlanacağı iki aylık sürelerin girdiği birer haftalık oruçlar da benzer pozitif sonuçları zamanla sağlar.
Açlıkta özellikle başta kaybedilen vücut ağırlığı kısmen vücutta tutulan sudur. Sindirim sisteminden atılanların ağırlığını da hesaba katarsanız açlıkta kaybedilen kilolar sizi endişelendirmesin. Önemli olan kaybedilen kiloları geri almak isterseniz bunu sağlıklı gıdalarla yapmak. Yediklerimiz hücrelerimizin yapıtaşları.
AÇLIK ÖNCESİ HAZIRLIK
Su orucunu rahat geçirmek, vücudun adapte olmasını, bağırsakların kolay boşalmasını sağlamak amacıyla su orucundan önceki günü, uzun oruçlarda daha uzun bir süreyi çiğ veya buharda haşlanmış sebzelerle, sebze-meyve sularıyla geçirmek öneriliyor.

Not : Son açlıktan bir gün öncesini sadece sebze-meyveleri blender'da karıştırıp içerek geçirdim. Normal kilodaysanız bu süreyi uzatabilirsiniz. Örnek smoothie'ler : 
1. üç elma, yarım limon suyu, yarım bardak içme suyu 
2. istediğiniz kadar çilek ve elma 
3. mor havuç, limon suyu, bir avuç semizotu, ayrıca maydanoz ve dereotu gibi dilediğiniz yeşillikler
4. yeşil lahana, elma, yarım limon suyu, yarım bardak su

Elmaları çekirdeklerini atmadan, ekolojikse kabuklarını soymadan kullanın. Eklenen su karışımın çok katı olmaması için. Su miktarını siz ayarlayın. Sonuçta elde ettiğiniz karışım meyvesuyundan daha yoğun, püreden daha ince olsun ki içilebilsin; karışımı kaşıklayabilirsiniz de. Smoothie'lerin meyvesuyuna üstünlüğü meyve ve sebzelerin posalarını içermesi, daha besleyici olması ve birdenbire vücuda fazla şeker yüklememesi. Smoothie'ler için güçlü bir blender kullanmanızı tavsiye ederim. Mesela Vitamix... - 5 haziran 2013

BAĞIRSAK TEMİZLİĞİ ÜZERİNE
Bağırsak temizliği detoks ve açlık konularındaki kitaplarda önemle üzerinde durulan bir konu.
Bağırsaklarımız yanlış beslenme alışkanlıkları sonucunda zamanla içimizdeki çöplük halini alıyor. Sindirilemeyen, dışarı atılamayan, biriken atıklar parazitler ve zararlı organizmalar için beslenme alanı haline geliyor. Açlık tedavisinin etkili olması için açlığa başlarken bağırsaklarımızı boşaltmalıyız. Bir yöntem açlığa başlamadan önce yediğiniz son öğünden bir saat kadar sonra ingiztuzu ya da hintyağı gibi doğal bir müshil almak. Bir bardak suya karıştırdığınız bir çorba kaşığı ingiliztuzu (magnezyum sülfat, epsom salt) işinize yarayabilir. Ağırlığınıza göre kullanacağınız tuz miktarı değişebilir. Bir kaşık hintyağı içmek başka bir yöntem. Sizin için yeterli miktarı ve en iyi yöntemi deneyerek bulursunuz. Tuz ve hint yağının etkisi 24 saat sonra görülebilir.Bir başka çok önerilen yöntem de lavman yapmak.

Oruç üzerine kitabı, geniş deneyimi olan Dr. Fuhrman genelde bağırsakların rahat bırakılması taraftarı.

Açlığın başlangıcında belki bir kereye mahsus bağırsakların boşalmasına yardımcı olmak hiç fena fikir değil.

KİLO KAYBI
Hergün aynı saatte tartılarak kilo kaybınızı izleyebilirsiniz. Kurtulmak istediği yağları olanların endişelenmesine zaten mahal yok. İlk iki gündeki hızlıca kilo kaybı kısmen vücutta tutulan sudan kaynaklanır. Ayrıca, 3. günden itibaren kilo kaybı gitgide yavaşlar. Her insanın kalori ihtiyacı, metabolizma hızı, yağ hacmi farklı olduğu için günlük kilo kaybıyla ilgili rakam veremiyorum.
Kilo vermeyi de amaçlıyorsanız diyetisyen eşliğinde pahalı diyet programlarına veya zaman zaman popüler olan sağlıksız diyetlere girmenize gerek yok. Su orucuyla detoks eşliğinde (toksinlerin büyük kısmı vücut yağlarında birikir) bol su, hatta az limon sıktığınız suyu içerek daha sağlıklı kilo verirsiniz. Zararlı beslenme alışkanlıklarına dönmezseniz, bu kilo kaybı kalıcı olur.
Zayıf kişiler de açlıklar arasına 40 - 60 gün koyar ve açlıklar arasında düzgün beslenirlerse kaybettikleri kiloyu geri alırlar. Öğünlerin sık olması da sağlıklı değilmiş. Metabolizmanın yenilenleri sindirmesi, hücrelere ulaştırması için öğünler arasına en az dört saat konulmalıymış. Sık yemek yenilmesi, aralarda atıştırılması vücutta insülin seviyesinde sürekli dalgalanma yaratarak insülin direnci gelişmesine, sonra hastalıklara sebep oluyor diyor metabolizma konusunda bugünlerde sohbet etme imkanı bulduğum Dr. Salih Eken.

www.doktorsaliheken.com

ORUÇ BİTİMİNDE BESLENME

Dr. Yegane Mutlu'ya göre açlık sonrasında da açlık yaptığınız gün kadar yemeğe alışma süresi geçirmek gerekiyormuş. Önce sebze sularıyla başlıyor, salata, buharda pişmiş sebzeler derken, beslenmeye yumuşak bir geçiş yapıyorsunuz. Bu, açlık sonrasında da bitkinlik hissetmemenizi sağlıyor. İlk günlerde asla hayvansal gıda yemeyin, içmeyin.
Su orucu sonrası çok önemli. D.Reid bu döneme "retoks" diyor. İdeali açlık sonrası size zararlı olan gıdalara dönmemek, vücudun metabolik süreçler sonucu ürettiği toksinleri minimuma ve en zararsız maddelere indirgemek. Açlığı, beslenme sisteminizi değiştirmek için bir dönüm noktası olarak kullanabilirsiniz. Açlık bitiminde sebze, yeşillik ağırlıklı bir mutfak düzenine geçmek, hayvansal gıdaları azaltmak çok iyi olur.

SONUÇ : BİRAZ CESARET VE İRADE
Fareler üzerinde yapılan araştırmalar düzenli olarak su orucuna tabi tutulan farelerin daha uzun ömürlü olduklarını ortaya koymuş. Yine düzenli orucun kanseri önleyici etkisi de laboratuvar araştırmalarıyla gösterilmiş.
Bilinen bir hastalığınız olmasa da vücudunuzu toksinlerden arındırmak, hastalıkları önlemek için düzenli su orucu tutmak iyi bir yol. Kronik hastalar için de denenmesi gereken güzel bir yöntem.
Aç kalmak kulağa geldiği kadar zor olmadığı gibi arındırıcı, etkileri moral verici... İnsan bu yöntemi belki varlığının başlangıcından beri kullanmış, sonra unutmuş. Neyse ki tekrar hatırlıyor, öğreniyoruz.

Bence şifa orucunu denemenin ödülü büyük olacak.

Açlık öncesi edinilecekler :
- Dr. Yegane Mutlu’nun Hastalanmadan Yaşayın kitabı veya su orucuyla ilgili açıklayıcı bir kitap
- açlık öncesi bağırsakları boşaltmak için ingiliz tuzu (magnezyum sülfat, epsom salt) ya da hintyağı

Aşağıdakiler açlık için hazırlık ve açlıktan çıkış dönemlerinde lazım :
-  smoothie (içilebilir sebze-meyve püresi) hazırlamak için güçlü (voltajı yüksek) bir blender
- Katı meyve sıkacağı (açlık sonrası adaptasyon sürecinde çok yardımı olacak. sebze-meyve suları yeni bağımlılığınız olabilir!)

Kaynaklar
Hastalanmadan Yaşayın                  Dr.Yegane Mutlu
Fasting and Eating for Health                Joel Fuhrman, M.D.
Detoks                  Daniel Reid
http://www.beslenmebulteni.com/bes/index.php?option=com_content&view=section&layout=blog&id=13&Itemid=457

14 Kasım 2012 Çarşamba

LDN Kaynağımız Neden Kurudu

LDN kullananlar,  hazırlayıp denemek isteyenler biliyor : düşük doz naltrexone elde etmek için kullandığımız ilaç (Ethylex) aylardır piyasada yok.

İlaç, normal dozunda (50mg naltrexone içerir) bağımlılık tedavisinde kullanılıyor. MS, kanser türleri, otizm, skleroderma, ülseratif kolit vs. birçok hastalıkta kullanılan düşük doz naltrexone tedavisi her gece 3mg-4,5mg arasında naltrexone kullanılmasından ibaret. LDN'yi ya kendiniz hazırlıyorsunuz (ilacı suda eriterek) ya da bir eczacı sizin için istediğiniz dozlarda bölüp hazırlıyor. Sonuçta, bizler ilacı endikasyonu (amacı) dışında kullanıyoruz

http://ms-alternatif-terapi.blogspot.com/2011/08/ldn-nasl-hazrlanr.html

Üretici firma (Dem İlaç) ürünün ithalatında sorun olduğunu söylemiş, Sağlık Bakanlığı'na yönlendirmişti beni. Bugün nihayet Sağlık Bakanlığı'nda konuyla ilgili yetkili birine ulaştım. Söylediği şu : ilacın yurtdışındaki fiyatı ve buradaki fiyatı arasında denklik yokmuş; bu problem üzerinde çalışılıyormuş (?)

Bunun üzerine danıştığım bir psikiyatr arkadaş, bana söylenenin gerçek sorunu yansıtmadığını söyledi. Sorun SB'nın izlediği fiyat politikasından kaynaklanıyormuş. Üretici/ithalatçı ilaç firması ve SB'nın bir mutabakata varmasını umar ve beklerken ne yapılabilir?

Doktorunuzdan, sizin için Ethylex'in endikasyonu dışında kullanımının gerekliliğine dair rapor alabilirseniz, ilacın muadilini yurtdışından getirtmek mümkünmüş. SB kullandığınız ilacı temin etmekle yükümlü. (Cevapsız kalmaya mahkum bir soru : neden yorgunu yokuşa sürerler ki o zaman ?!? ) Bedelini SGK karşılar bu durumda.

Başka bir yol da ilacı herhangi bir doktordan alacağınız reçete ile yurtdışındaki eczanelerden tanıdıklarınız aracılığıyla temin etmek. Yurtdışında ilacı usulünce bölen (LDN formunda hazırlayan) ve reçeteyle  sipariş verdiğiniz zaman size kargoyla ulaştıran eczaneler de bulunuyor. Muhtemelen LDN baz ilaçtan daha maliyetli olur. Kargo ücretini de maliyetin içinde saymalısınız. Bir kutu ilacın ne kadar süre yeteceğini de tedarikçiye sormak lazım. Türkiye'de Ethylex 80 küsur liraya satılıyordu ve altı ay kadar yetiyordu.

LDN hazırlayan bazı eczanelerin listesi :

http://www.lowdosenaltrexone.org/index.htm#pharmlist

Ethylex'in  Almanya'daki  muadili  "Dependex"  ve  Ethylex gibi 28 haplık olan kutusu 40 EUR civarında; Yunanistan'daki muadili Nalorex (14 haplık kutu) 17 EUR. LDN sipariş etmek (bölünmüş haplar halinde) muhtemelen daha pahalıya malolacaktır.

Neyse ki, MS karşısında deneyebileceğimiz yöntemleri, yapabileceklerimizi tüketmedik. Bir sonraki yazım Su Orucu - Açlık Tedavisi üzerine olacak. Dr. Yegane Mutlu'nun HASTALANMADAN YAŞAYIN  isimli kitabını okuyun. Bu önemli tedavi hakkında siz de araştırma ve alıştırmalara  başlasanız ne güzel olur.

24 Ekim 2012 Çarşamba

GDO Felaketi - I

Bu filmi izleyin derim. Genetiği değiştirilmiş organizmaların sınırları çizilemeyen zincirleme zararlarından bahsediyor. Film ingilizce, ispanyolca altyazılı. 31 ekime kadar aşağıdaki adresten ücretsiz izlenebiliyor.

GDO konusu etraflı bir araştırma ve yazıyı hakediyor. Tabii biz de doğal, müdahalesiz, gerçek besinleri...

http://geneticroulettemovie.com/

(filmin süresi 85 dakika)

27 Eylül 2012 Perşembe

Olağan Şüpheliler : Süt, Şeker, Gluten

Henüz çaresi bulunamamış, varolan tedavileri semptomatik (belirtileri ortadan kaldırmaya yönelik) olmakla sınırlı kalan birçok hastalığın benzer sebeplerle oluştuğu ortaya çıkarsa hiç şaşırmayalım. MS, sistemik lupus, romatoid artrit, kanser türleri gibi tedavileri güç ve herkeste beklenen sonucu vermeyen hastalıklar, hatta otizm, hiperaktivite gibi psikiyatrik oldukları iddia edilen birçok sağlık problemi salgın hastalık gibi yaygınlaşıyor. Bu da artan çevre kirliliğine (hava, su, toprak kirliliğine eklenen elektromanyetik, radyoaktif kirliliği de unutmamalı), beslenmenin doğallıktan uzaklaşmasına paralel olarak gerçekleşiyor.

Problemlerimiz sandığımız kadar karmaşık değildir belki. Hastalıklarımızın sebepleri açığa çıktıkça etkili tedaviler bulunması ve bu hastalıklara yakalanmadan yaşamak kolaylaşacak.

Neyse, sizi sıkmadan glutene karsi uyarılarıma geçeyim.

Paleolitik çağ insanı, avcı - toplayıcı yaşam tarzından tarıma 10.000 yıl önce geçmiş ki bu, evrimimizde kısa bir süre. Tahıllar ve baklagiller o zamandan beri hayatımızda. Bu sekilde besin bulmak kolaylaşmış; nüfus artmış vesaire. Rafinasyon işleminin keşfiyle eskiden rüşeymiyle (endosperm), kabuğuyla beraber taş değirmenlerde fazla ısıya maruz kalmadan öğütülen tahıl, bu besleyici (B vitaminleri, mineralleriyle rüşeym) ve sindirim sistemini süpüren (kepek) parçalarından ayırılarak kof bir besin haline gelmiş. Artık, nişastadan ibaret kalmış buğdayı öğütüp beyaz un haline getirmek işini taş değirmenler yerine makineler yapıyor. Şimdi, ekmek olarak bu beyaz undan ve katkı maddelerinden üretilmiş somunlar tüketiyoruz. Kepekli ekmek yediğimizde de rafine una sonradan katılan kepekle üretilen ekmeği yiyoruz. Evde kek yapıyorsunuz diyelim : margarin, rafine şeker, rafine un, katkı maddeli kabartma tozu, fabrikasyon tavuklardan sağlıksız yumurtalar... Görüyorsunuz ki zararsiz tek bir madde yok böyle bir karışımın içinde. Tüm bu malzemeye sağlıklı alternatifler bulabiliriz.

Börek, pasta, ekmek yaparken beyaz un yerine tam buğday unu veya glutensiz un kullanılabilir. 

Buğdaya karsi hassasiyetiniz yoksa, yerli tohumdan (siyez, kavlıca, karakılçık) üretilmiş buğday unu bulabilir, ekmeğinizi evde ekşi mayayla yapabilirsiniz. Gluten duyarlılığınız varsa glutenli tahılları diyetinizden çıkarmanız sağlığınız için yararlı olur. Duyarlılığı nasıl tespit edeceğinizi anlattıktan sonra alternatif gıdalardan bahsedeceğim.

MS veya romatoid artrit gibi bir kronik hastalığınız veya cilt problemleriniz (ekzema, akne, özellikle ellerinizde nedeni bilinmeyen yaralar ve kaşıntı vs.) varsa glutenli tahıllara allerjiniz olması muhtemel. Gluten sık tükettiğimiz dört çeşit tahılda bulunan bir proteindir. Hamura elastik, yapışkan özelliğini veren glutendir. Gluten duyarlılığınız varsa uzak durulacak tahıllar : BUĞDAY, ÇAVDAR, ARPA, YULAF.  Gluten duyarlılığı sanıldığından da yaygındır. Toplumun %30 - 35'inde farklı düzeylerde gluten hassasiyeti olduğu sanılıyor.


Gluten duyarlılığı anaflaktik şoka yolaçan gıda alerjilerinden farklıdır. Daha çok bağırsağın yiyeceğin içindeki bazı proteinlere verdiği tepkidir. Gluten duyarlılığı durumunda bağırsağı tahriş eden glutenli tahılların içindeki gluten proteinidir. En ileri düzeyde çölyak hastalığını meydana getiren bu tahriş, daha hafif yaşandığında şu belirtilere neden olabilir : ishal, şişkinlik, karın ağrısı, başağrısı, ekzema, ciltte döküntü veya kaşıntı, zihinde bulanıklık, sinirlilik, depresyon, yorgunluk, eklem ağrıları, kansızlık ve daha fazlası.  Bu şikayetler size tanıdık geliyorsa bir süre glutensiz diyeti denemeye değer. 

Glutensiz diyet nasıl yapılır? Eliminasyon yöntemiyle, yani gluten içeren tahılları ( buğday, çavdar, yulaf, arpa) bir süre (3 ay gibi) diyetinizden çıkarırsınız. Bu süre zarfında, hazır gıdaların çoğunun (ketçap, hazır çorba, soslar vs.) içinde buğday bulunduğunu da unutmayarak hazır gıdalardan da titizlikle uzak durmak gerekir.  Eliminasyon sırasında sindirim sisteminizle ilgili sorunlar (şişkinlik, hazımsızlık, karınağrısı vs.), başağrılarınız, cilt problemleriniz azalır, hatta yokolursa, bu glutene karşı duyarlı olduğunuzun göstergesidir. (Şikayetleriniz fazla veya şiddetliyse başlangıçta mısır unundan da uzak durmayı deneyebilirsiniz.)

Son zamanlarda adını çok duyduğumuz besin duyarlılık testleri hakkında fazla bilgim yok. Test edilen gıdaları testten önceki son iki ayda tüketmiş olmanız gerektiğini duydum. Diyetinizden çıkardığınız bir besini 3 - 6 ay sonra tekrar yediğinizde vücudunuz olumsuz tepki veriyorsa, kaybolmuş şikayetleriniz geri dönüyorsa, duyarlılığınızı tespit etmiş olursunuz. Ben bu yöntemi kullandım. Gluten, kakao, yumurta, süt ve süt ürünlerini hayatımdan çıkardım ve aç kalmadım. Kısa bir süre sonra insan yoksunluk da hissetmiyor. (Yumurta konusunda not : yumurta akı ve sarısını ayrı ayrı değerlendirmek gerektiğini öğrendim. Protein profilleri farklı. İki üç yıldır yumurtanın yalnızca sarısını yiyorum. Aralık/2016)

Diyelim ki diyetinizden sadece glutenli gıdaları çıkardınız; üç - altı ay glutensiz beslendiniz ve bazı şikayetleriniz (akne, başağrısı, ekzema, sinirlilik vs.) azaldı ya da ortadan kalktı. Keşke başka bir sebeple düzelmiş olsam da tekrar simit yiyebilsem diyorsunuz :) Gluten duyarlılığınız var mı gerçekten? Emin olmak için üç beş gün abartısız miktarlarda bulgur, ekmek, börek çörek gibi şeyler yiyin. Diyetle ortadan kalkan problemler geri dönerse üzülmeyin. Glutensiz ve mutfakta daha yaratıcı bir dönem başlıyor hayatınızda :) Ayrıca daha sağlıklı ve hafif olacaksınız. Glutensiz diyetle, hele bir de şekeri bırakıp tuz tüketiminizi minimuma indirdiyseniz çaba göstermeden kilo verirsiniz.

Aynı anda birkaç besin grubunu kesmişseniz ve farkına vardığınız besin duyarlılığının nesnesini tespit etmek isterseniz, şöyle bir yöntem izlenmeli : önce tek bir besin grubu (mesela glutenli gıdalar) tekrar diyete dahil edilir; sorun yoksa bir süre sonra farklı bir besin grubu da diyete dahil edilir. Mesela gluteni, süt ve süt ürünlerini aynı anda kesip üç ay tüketmediğinizi, bir süre sonra başağrılarınızın, sinirlilik halinizin veya inatçı ekzemanızın geçtiğini varsayalım. Sonra denemek istediğiniz herbir besin grubunu birkaç hafta arayla diyetinize ekleyin. Birkaç gün ardarda tam buğday ekmeği, bulgur, makarna gibi glutenli gıdalar denenenirse ve bir iki hafta içinde eski problemleriniz geri dönmediyse, glutenli gıdalara başladıktan üç hafta sonra da üst üste birkaç gün süt içersiniz. Bir süre sonra peyniri ayrıca denersiniz.

Birçok insanda glutene karşı farklı şiddette duyarlılık var. Gluten duyarlılığı en kesin şekilde çölyak hastalığının ortaya çıkmasıyla anlaşılıyor. Bu hastalıkta ince bağırsağın iç çeperi iltihaplanıyor, tahrip oluyor. Vitamin ve minerallerin bağırsaktan emilimi azaldığı için çölyak hastası çocuklarda gelişim geriliği oluyor. Çölyak, tüm hastalarda ishal, karın ağrısı gibi şikayetlere de yol açıyor.

MS gibi hastalıklarda hasar gören bağırsak duvarının geçirgenliğinin artması sonucu kısmen parçalanmış proteinlerin kana karışması sözkonusu. Bağışıklık sistemi hastalıklarında, kan dolaşımına sızan bu yabancı protein parçaları (peptidler) tarafından uyarılan bağışıklık sisteminin benzer yapısal özellikler taşıyan vücut dokularına saldırdığı yönünde bir teori var.

Şimdi glutensiz tahıllara örnek vereyim :

- Pirinç : Mutlaka kepekli pirinç tercih edilmeli. Pirinci güçlü bir blender’la (örn. Vitamix) un haline getirip tariflerde kullanabilirsiniz. Mesela köfte yoğururken ekmek yerine veya çorbaları koyulaştırmak için ...

- Karabuğday : İsminde "buğday" kelimesi olduğu halde bu bitki buğdaygillerden değil. Taneleri üçgen prizma şeklinde. Denemediğim ve henüz araştırmadığım için şimdilik kullanımıyla ilgili bilgi veremiyorum.

- Kinoa : Küçük taneli, bol protein içeren bir tahıl. İnternetten satın alınabilir (www.dimyat.com.tr). Bulgur kullanılan birçok tarifte kullanılabilir. İçindeki besin öğelerinin açığa çıkması için önce 2 saat suda bekletilmesi öneriliyor; kinoayı üzerini biraz geçecek şekilde suyun içinde bekletin. Sonra, süzmeden bu suyla pilav pişirir gibi suyunu çekene dek pişirin. Pişme süresi gayet kısa (10-15 dakika). Nefis kinoalı kısır tarifi için :

- Nohut unu : internetten sipariş edilebileceği gibi evde güçlü bir blender’la kendi nohut ununuzu da hazırlayabilirsiniz.

- Kestane unu : bildiğiniz kestanenin un hali. Bu un da internetten temin edilir ve diğer glutensiz unlarla karıştırılarak kullanılabilir.

Adlarını duyduğum, henüz denemediğim diğer birkaç glutensiz tahıl : amarant, teff, chia.

Glutensiz tarifler konusunu hala inceleyemedim. Bu konuyu daha sonra araştırıp bulduğum kaynakları başka bir yazıda paylaşmak niyetindeyim (taşınma hazırlığı içindeyim ve bu yazıyı daha fazla geciktirmek istemiyorum). Şimdilik haberdar olduğum siteler :

http://glutensizmutfak.blogspot.com/

Buğdaydan vazgeçmeyi düşünmeyenler için permakültür faaliyetleri kapsamında yerli tohumla buğday üretimi yapan bir köy :

Yerli tohumdan üretilmiş buğday unu internetten sipariş yoluyla bulunabilir. www.sadepazar.com’da rastlamıştım. Hatta bu unla üretilmiş ekmek de satıyorlar.



Son üç yazıda sırasıyla şeker, inek sütü ve glutenden bahsettim. Dr.Fuhrman bu üçlünün sağlığımızı bozma suçunu beraber işlediklerini söylüyor. Prof.Dr.Ahmet Aydın'ın "MS'in Biyomedikal Tedavisi" başlıklı yazısını mutlaka okumalısınız. İşte size doktorluğun ne olduğunu ve nasıl yapılması gerektiğini düşünen, bilgili, sağduyulu, vicdanlı iki doktor...




kaynaklar :
Disease-proof your Child        Joel Fuhrman, M.D.

Paleolitik (taşdevri) diyeti için :    http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=1308

http://www.foodrenegade.com/the-rise-of-gluten-intolerance/        (gıda duyarlılığı)

25 Temmuz 2012 Çarşamba

"Hayat Boyu Süt" diye buyurdu süt endüstrisi

Bu yazının başlığı NOT MILK de olabilirdi. 90'lardan beri Amerika'da yürütülen, süt tüketimini artırmaya yönelik başarılı bir reklam kampanyası var , "Got Milk?" sloganıyla maruf, ünlüleri süt bıyıklarıyla gösteren. www.notmilk.com da ismiyle bu kampanyaya nazire yapan ve bizleri inek sütünün zararları, hastalıklarla bağlantısı hakkında bilgilendiren bir site.

Dünyada, bebeklik çağından sonra süt içmeye devam eden ve başka canlılardan sütleri için faydalanan tek canlı türü insan. Süt, memelilerin yavrularını  katı besinleri çiğneyebilecek olgunluğa erişene dek beslemek için salgıladıkları bir sıvı. Her türün sütü kendi yavrularının ihtiyaçlarına göre besin ve bağışıklık öğeleri taşıyor.

Bebeklere ilk altı ay sadece anne sütü verilmesi gerektiğini hepimiz duyduk. Anne sütü bebek için gerekli besinleri, koruma faktörlerini içeriyor. Bebeğin karşılaştığı mikroplarla karşılaşan ve bunlara karşı antikor üreten annenin sütü sayesinde bağışıklık sistemi henüz tam oluşmamış olan bebeğe transfer olan antikorlar bebeği de bu mikroplara karşı dirençli kılıyor. Bunun gibi biyolojik yararlarının yanısıra emzirmenin bebeğe ve anneye psikolojik olarak da faydası çok. Emziren anneler düzenli olarak balıkyağı kullanırlarsa beyin gelişimi için çok gerekli EPA, DHEA gibi balıkta bulunan yararlı yağlar anne sütü aracılığıyla bebeğe de geçer. Malum, denizlerdeki kirlilik, özellikle ağır metal kirliliği sebebiyle yeterli miktarda balık yemiyoruz.

Sorumuz şu : süt içme faaliyetini mutlu bebeklik dönemimiz bittikten sonra tüm hayatımıza yaymalı mıyız? Maksimum iki üç sene süren emzirme dönemi bitince süte ihtiyacımızın sürdüğüne inandığımız için inek sütü dönemimiz başlıyor. Sizce neden inanıyoruz buna?

İnek sütü ve insan sütü arasında renk dışında pek bir benzerlik yok. Öncelikle içerdikleri proteinler farklı ve inek sütündeki hantal proteinler (örneğin kazein) insanların bir kısmı için zararlı. Bir bölümümüz süte alerjimizi farkederken bir kısmımız da alerjimizden bihaber, süt ürünleri tüketerek yaşıyoruz. Yani, süte insan organizmasının verdiği tepki sadece “laktoz intoleransı”yla (süt şekerini sindiren enzimin eksikliği) sınırlı değil. Üstelik tepkimiz alerji şeklinde görünür olabilir ya da “intolerans” şeklinde uzun yıllar boyu belirti vermeden gizli kalabilir. İkinci tür, yani intolerans, besin duyarlılık testlerinde de ortaya çıkmayabilir. Süt proteini kazeine (casein) vücudumuzun verdiği tepki birçok hastalığın görünmeyen, zor farkedilen tetikleyicisi olabilir.

Ayrıca inek sütü içeriği sebebiyle beklediğinde keçisütünün aksine ayrışıyor, kaymağı ayrı bir tabaka halinde üstünde birikiyor. İnek sütünün bu özelliğini tüketicinin sevmeyeceğini tahmin eden endüstri uzmanları “homojenizasyon” diye bir yöntem keşfediyor ve uyguluyor ki yağ molekülleri yüksek basınç altında parçalansın, süt her daim homojen görünsün. Homojenize edilen süt pastörize ediliyor ya da UHT teknolojisiyle çok yüksek ısıda besin öğelerinin çoğunu, sindirimine yardımcı olacak enzimleri kaybetmiş, ama raf ömrü uzun ve görüntüsü güzel bir “ürün” elde ediliyor. Sonra devreye medya giriyor.

Reklam yayınlayan bir çocuk kanalını açıp sayalım : reklamlardan kaçta kaçı süt, süt ürünleri, süt (süttozu) katkılı abur cuburlar hakkında? Bir de konu reklamlara gelmişken, erişkin kanallarındaki reklamların üçte birinin potansiyel olarak zararlı besinler (margarin, şekerli abur cubur ve içecekler) ve süt ürünleri üzerine olmasına ne demeli?

Bahsedilen şekilde üretilen ve pazarlanan endüstriyel süte ne kadar ihtiyacımız var acaba? Kendi araştırmanızı yapın ve sütün nasıl üretildiğini, mandıralardan soğutucusuz araçlarla toplanan sütün bozulmasının önüne tankere atılan iki bardak hidrojen peroksitle nasıl geçildiğini ve daha fazlasını öğrenin.

İnek sütü proteinleri çoğunlukla bir bebeğin tanıştığı ilk yabancı proteinler ve mamalarda da inek sütü kullanıldığı için formülle beslenen bebeklerde bu karşılaşma daha da erken oluyor. Yayımlanmış bilimsel araştırmalara göre erken çağlarında inek sütü proteinleriyle tanışan, süt ürünleriyle beslenen çocuklarda tip I diyabet görülme sıklığı artıyor. Son yıllarda başka hastalıkların yanısıra çocukluk çağı diyabetinin de artması tesadüf olabilir mi? Bazı araştırmacılar tarafından diyabetle akraba görülen MS'in salgın hastalık gibi yayılmasında sütün rolü nedir?

Ayrıca, besicilikte kullanılan yemler, antibiyotikler, süt verimini artırmak için ineklere verilen hormonlar da sistemimize giriyor. Büyüme hormonu pahalı olduğundan inekler için seks hormonları (östrojen, projesteron vs.) veya sentetik hormonlar kullanılıyor. Süt tüketiminin artmasıyla evet, çocuklar önceki nesle göre daha uzun boylu; ama vaktinden önce ergenliğe giriyorlar; çocuklar arasında vaktinden önce tüylenme gibi hormonal anomalilere rastlanıyor. Bebekler, çocuklar hücre bölünme hızlarının en yüksek olduğu çağlarında vücutlarına mamalarla, sütle beraber giren hormon, ilaç ve yabancı maddelerden haliyle etkileniyorlar. Bu ciddi bir sorun.

Sütün en zengin kalsiyum kaynağı olduğu, kemik erimesine karşı süt tüketmemiz gerektiği basında o kadar çok vurgulanıyor, beynimiz bu “bilgi”yle öyle kuvvetli yıkanıyor ki. Süt bize kattığı kalsiyumdan fazlasının (sebep olduğu asidoz yüzünden) vücuttan atılmasına neden oluyor; hiç farkında değiliz. İnsan vücudu, kanı alkali tutmaya ayarlı. Metabolizmamız kanı asitleştiren maddeleri kan dolaşımından uzak tutmak için kemikler ve dişlerden çok gerekli mineralleri (kalsiyum, magnezyum) çekerek bu asidik maddeleri nötralize ediyor, kanın pH değerini 7.35– 7.45 arasında tutmaya çalışıyor.

Süt tüketen toplumlarda yaşlılıkta kalçakemiği kırığına rastlanma sıklığının azalması gerekirdi; tam tersi oluyor. Kemiklerimizi güçlendirmenin risksiz ve doğamıza daha uygun yolları var elbet. Çiğ tüketilen ıspanak, semizotu, maydanoz gibi koyu yeşil sebzelerde bol kalsiyum var. Semizotu ve ıspanağı pişirmek yerine salata yaparak tüketmeğe ne dersiniz? Ayrıca tahinde (ezilmiş susam), bademde ve diğer yağlı tohumlarda da bol kalsiyum var.

Önemi son yıllarda daha çok anlaşılan D vitamini kemik erimesine karşı güçlü bir koruyucu; çünkü D vitamini besinlerle alınan kalsiyumun metabolize edilmesi için gerekli. Dışarıda daha çok vakit geçirerek, öğle saatleri dışında kısa süreli güneş banyoları yaparak daha çok D vitamini sentezleyebiliriz. Ayrıca egzersiz yapmak, yürümek de kemikleri güçlü tutmak için elzem.

“Süt yerine yoğurt tüketeyim bari” derseniz Ahmet Aydın'ın Taş Devri Diyeti kitabında yoğurt konusunda yazılanları okumanızı isterim. Farkına varmalıyız ki marketten aldığımız hazır yoğurtlar da süt gibi birçok işlemden geçmiş, doğallıktan uzak “ürünler”.

En iyisi, evde yoğurt veya kefir mayalayıp onları tüketmek. Yoğurt ve kefir süte nazaran zararsız; çünkü kefir ve yoğurdu mayalayan yararlı bakteriler fermentasyon sırasında sütün içinde bulunan potansiyel olarak zararlı besin öğelerini parçalıyor, sindirim için gerekli enzimleri (yeniden) üretiyor. Yoğurt ve kefir (veya ev sirkesi, tercihen elma sirkesi) gibi faydalı fermentasyon ürünlerinin bir yararı da bağırsaklarımızdaki probiyotik bakteri sayısını artırmaları. Bu yararlı organizmalar bazı proteinleri kısmen sindiriyor ve bazı vitaminleri sentezliyor, mesela K vitaminini.

Batı tipi beslenme sonucu çoğumuzun bağırsaklarındaki bakteri popülasyonunun çok önemli dengesi bozulmuş durumda. Normalde yararlı bakteriler tarafından hastalığa sebep olamayacak kadar az miktarda kalmaları sağlanan candida (pamukçuk) gibi zararlı bakteriler, mantarlar bağırsak florasının başaktörleri haline gelerek birçok hastalığa sebep oluyor.

Yine süte alternatif olarak badem, kaju, ayçekirdeği gibi yağlı tohumlardan, tam pirinçten vs. süt elde edilebilir. Sütü kullandığımız birçok tarifte, içeceklerde bu alternatif formülleri kullanabiliriz. Süt konusu araştırmakla bitecek gibi değil. İşte leziz badem sütü tarifi :

Badem Sütü

Geceden ıslattığınız 2 avuç kabuklu, tuzsuz, kavrulmamış badem
Tatlandırmak için yıkanmış günkurusu kayısı veya hurma

Bademler, 250 ml su ve orta boy bir hurma güçlü bir blender'a konuyor. Bademleri iyi yıkadıysanız soymadan da kullanabilirsiniz. Blender'ı iki dakika çalıştırdıktan sonra içinde toz haline gelmiş badem bulunan beyazımsı bir süt elde edeceğiz. Bu sütü bir tülbentten geçirerek temiz bir kaba aktarıyoruz. Tülbenti sıkıyoruz. Badem sütünü bir kavanoz veya cam şişede buzdolabında en fazla üç gün saklayabiliyoruz. İsterseniz sütü hurma gibi bir tatlandırıcı olmadan hazırlayıp, gerekirse sonradan bal, pekmez gibi bir tatlandırıcı kullanabilirsiniz.

Bu süt bebekler için annesütünün yerini tutamaz, ama çocuklar ve yetişkinler için besleyici ve lezzetli bir seçenek. Ölçüyü zamanla kendinize göre ayarlarsınız. Diğer yağlı tohumları da tek başlarına veya karışım olarak süte çevirebilirsiniz.

                                                                         ----------------
Prof. Dr. Ahmet Aydın süt konusunda demiş ki :

http://beslenmebulteni.com/beslenme/?p=712

http://beslenmebulteni.com/beslenme/?p=718



Kaynaklar ve bağlantılar:

Yaşamak için Ye               Dr. Joel Fuhrman
Disease-proof your Child   Joel Fuhrman, M. D.
Alkali Diyet                      Dr. Ayşegül Çoruhlu
7'den 70'e Taş Devri Diyeti        Prof.Dr. Ahmet Aydın

www.notmilk.com
www.wikipedia.org           milk, milk allergy, calcium başlıkları
http://www.sixwise.com/newsletters/05/08/17/soy_milk_rice_milk_or_almond_milk_which_is_the_best_alternative_milk_for_you.htm